2014 sezonu geldi dayandı kapıya. Gerçi Rally 34 sağ olsun, lezzetli bir ara sıcak ile kurmuştuk sofrayı Şile’de. Çok özlediğimiz, çok sevdiğimiz Teke asfaltında ve yenilenen Darlık etabında hem romantizm ve nostalji yaptık, hem ısınma turları attık, hem de keyifli bir yarış oldu. TOSFED kupasına ve Rally 34’e birazdan geleceğiz, ama gündemde Ege Rallisi var şu an. Kaldı bir hafta, herkes son cıvataları sıkıyor, herkes test telaşlarında, herkes yeni arabasına nazar boncuğu ayarlıyor. Bu sezon, geçtiğimiz 2013 sezonuna göre çok daha renkli ve çekişmeli geçecek gibi görünüyor. 7 bilinmeyenli 2012 sezonundan sonra, 2013 uyutmuştu hepimizi. Şimdi uyanma vakti, genel klasmanda ve her sınıfta rekabet bizleri bekliyor.
TOSFED kupasının bu yıl iyice yükselen yıldızı ve Euro’nun yükselişiyle iyice uçan maliyetler, Türkiye Şampiyonası’nın biraz zayıf geçeceği intibası yaratmıştı. Ekonominin bu kadar kötü gittiği bir dönemde, böyle rekabetçi bir şampiyona izlemeyi kimse beklemiyordu açıkçası. Bu sezonun geçen sezondan bile kısır geçeceği düşünülüyordu. Ama özellikle genel klasman ve eski tabiriyle Grup N, şimdiki deyimiyle Sınıf 3’te çok sıkı bir mücadele izleyeceğiz. Tekrar 2 günlük, 120-130 km özel etap uzunluğuna sahip, alıştığımız, sevdiğimiz ve doğrusu özlediğimiz formattaki rallilere kavuştuk. Geçen sezonki, oldu-bittiye getirilmiş formatı açıkçası kimse sevmemişti. Tasarruf yapacağız diye, işin ruhunu çekmiştik. Bakın, format değişip, olması gerektiği gibi olunca, rekabet ve kalite de beraberinde geldi. Attığınız taş, ürküttüğünüz kuşa değdiğinde, ülke ekonomisi kötüye gitse dahi, camia pozitif tepki verdi. Palio sahibinden, Super 2000 yarıştıran takımına kadar, herkes daha bir gayretle uğraştı yarışmak-yarıştırmak için. (Ercan Abi geri dönüyormuş, bittik) Sonuçta, daha fazla üst düzey katılımcı, daha keyifli yarışlar izleyebileceğiz bu yıl. TOSFED kupasına kaymalar olmasına rağmen, historic ve mahalli katılımcılarla beraber, ulusal rallilerin kapalı parkı, ortalama 40 otomobile ev sahipliği yapacak gibi görünüyor. Sezon her zamanki gibi, İzmir’in herkesçe iyi bilinen, keyifli ve tuzaklı etaplarından oluşan Ege Rallisi ile başlayacak. Takım değiştirenler, terfi edenler, yeni otomobil edinenler artık ayyuka çıktı, söz bitti. Türkiye Ralli Şampiyonası, 2012’den bile daha kıran kırana geçmeyi vaat ediyor bu sene. 3 farklı garajdan, 4 farklı otomobil ile, 5 ekip, şampiyon olmak için marşa basacaklar. Keza, Sınıf 3 için de, 4 farklı garajdan, genciyle, tecrübelisiyle en az 5 namzet var birincilik için. Bu yılın sezonun anahtar kodu “3-4-5” olacak sanırım. Bu kodun ilk iki rakamının ipucunu, Rally 34 verdi geçtiğimiz ay.
Burak Çukurova’nın pilotajında, Pegasus Racing’in Fiat Punto Super1600’ü ile start alma şansı bulduğum Rally 34, formatıyla, ödülleriyle, etaplarıyla büyük beklentiler yarattı herkeste. Açıkçası bu beklentileri de boşa çıkarmadığı gibi, üzerine de çıkmayı başardı. Türkiye’nin en taze kulüplerinden biri olan 34 Spor, ilk ralli deneyimine soyundu. İlk deneyim desek de, aslında yarışın organizasyonu son derece tecrübeli ve ralliyi iyi bilen bir ekip tarafından yürütüldü. Volkan Işık’ın kurduğu örgüt, Vedat Bostancı direktörlüğünde, açık seçik, kompakt, keyifli ve dertsiz bir organizasyon ortaya koydu. TOSFED Kupası’na puan veren ilk yarış olmasının yanı sıra, tecrübeli pek çok isim için de iyi bir antrenman ve test ortamı yarattı yarış. 2004 İstanbul Mahalli Ralli Şampiyonası’nı hatırlatan, Şile yatılı bir şablon ile yaşadık yarışı. Nedense Şile yatılı mahalli ralliler, ayrı bir keyifli oluyor. Otel lobisi muhabbetleri, akşam beraber yenen yemekler insanların yarıştan aldığı zevki ikiye katlıyor. Bu açıdan amatörlük adına son derece sempatik bir ortam yaratan organizasyon, profesyonellik anlamında da Avrupalı rally sprintlerden geri kalmayacak bir kalitede gerçekleştirildi. Yarış günü yağan yağmur, keyifleri biraz kaçırsa da, birçokları için farklı bir deneyim getirdi. Teke gibi artık yarışmanın hayal haline geldiği nostaljik bir etabın yanında, hızlı virajları ile Darlık etabı da olunca, farklı karakterde asfalt yollarda tecrübe depoladı amatörler. Lastik kesme konusunda, çığır açan, serbest stil teknikler geliştirilmesine de sebep oldu yani Rally 34. Bir çadırda bir Pirelli gördüm, öyle bir kesmişler ki, lastik sıfırdı ama bitikti. O da bir tecrübe… Konuştuğum pek çok kişi hiçbir eleştiride bulunmadı yarışa dair. Seyirci eşliğinde yarışmanın zevkini yeniden keşfettik Teke’de. Kötü havaya rağmen, çok uzun zamandır ilk defa seyirciyi “yüzlerce” diye niteledik. Gerçekten de, arabanın içinde giderken viraja doğru fren yaptığınızda, o seyircileri ön camda görünce, farklı şeyler hissediyorsunuz. Belli noktalardaki toplu seyircilere ek olarak, pek çok virajda küçük gruplar halinde, gelen otomobillere tezahürat yapan, yola doğru eğilip, el-kol sallayan seyirciler gördük. Tabii hiçbirimiz beklemiyorduk böyle bir durumu, notları okurken bir yandan “Allah allah, nereden çıktı bu insanlar, kim bunlar” diye düşündüm, sevgili Yaşar Abay’ın örgütlenmesiymiş. Neticede, diyeceğim şu ki, bu yarışta seyirci bile vardı… 34 Spor’a tebrikler.
Bu çizgiyi TOSFED Ralli Kupası takvimindeki diğer yarışların kulüplerin de koruması halinde, TOSFED Kupası artık kendi ayakları üzerinde durabilen, kalıcı ve kaliteli bir ikinci lig olarak ebediyen yaşayabilecek demektir. Ki, takvimdeki diğer kulüpler de, çok tecrübeli ve kendilerini Türkiye Ralli Şampiyonası’nda kanıtlamış kulüpler. TOSFED Kupası, temeli sağlam atılmış bir alt yapı organizasyonudur artık. İtalya, İngiltere, Fransa gibi ülkelerde, böyle alt ligler çok sayıda ve uzun yıllardır mevcut. İşte hep vurguladığımız, “biraz sporda ilerlemiş ülkeleri inceleyip, model alalım” söylemi, bunu işaret ediyordu. Bakın, 2012’nin sonunda bu işin esamesi bile okunmuyordu, düşüncesi bile yoktu böyle bir organizasyonun. Bir yıldan biraz fazla bir zamanda gelinen noktaya bakın. Demek ki, istenince, çalışınca olabiliyormuş, iyi işler de çıkarılabiliyormuş Türkiye’de de… Bu noktada Murat Güray’a ayrı bir parantez açmak gerekiyor. İşini gücünü bıraktı, TOSFED Ralli Kupası için yırtındı bir senedir. Onun tırı, bunun lastiği, kuralıydı, kitabıydı, her adımında elinden tuttu yeni doğan bu çocuğun. Bu kadar uğraştığına da değdi. TOSFED Kupası, kendi içindeki sınıf çekişmeleri ile, geçen sene olduğu gibi, bu sene de, Türkiye Şampiyonası’ndan aşağı kalmayan bir rekabet seviyesi doğurdu. Amatör deyip geçilen kesim için, ciddi bir hedef, ekonomik bir yapı, hem keyifli, hem de rekabetçi bir alt yapı ligimiz var artık. Yavaş yavaş yeni sporcular kazanılmaya başlandı. “Nereye varacak bu spor” diye hayıflanıp, kadeh tokuşturacağımıza, taşın altına elimizi sokup, çalışıp, üretmek gerektiğini idrak etmişizdir artık herhalde. Tabii bu yetmez, alınacak daha çooook yolumuz var. Birbirimizi yiyeceğimize, sırf kendi arabamızı, kendi lastiğimizi, kendi kulübümüzü, kendi makamımızı düşüneceğimize, diğerlerini de gözetirsek, yöneticisiyle, sporcusuyla, çalışanıyla, birlikte hareket edersek, sporu eski günlerine kavuşturabileceğimizi görelim artık. Bu yönde ilerlersek, kazanan hepimiz olacağız, yaptığımız sporun değeri, keyfi, güzelliği ancak böyle artar.
Avrupa ve Dünya Ralli Şampiyonaları da dolu dizgin sürüyor. Avrupa Şampiyonası’nın son geçilen ayağı, bu yıl ekonomik krizden dolayı WRC takviminden affını isteyen Acropolis Rallisi idi. Takvimin, kar rallileri sonrası ilk “normal” rallisi olan ve bir günü asfalt, bir günü toprak olarak geçilen Acropol, yeni homologe edilen Peugeot 208 T16’nın etaplarda ilk kükrediği yarış olması sebebiyle de, hayli ilgi gördü. Fransız aslanından iki tanesi yarıştı Yunanistan’da. Biri motordan kalıp, mumu erken söndürse de, diğer aslan, Craig Breen pilotajında yarışı kazanmayı başardı. Yeni doğan Peugeot R5, tıpkı Ford Fiesta R5 gibi, Super 2000’lerden bariz hızlı göründü ve artık Super 2000 devrinin yavaş yavaş tarihe karışmaya başladığının sinyallerini verdi. Bir diğer 208 T16 ise, İtalya Şampiyonası’nın ilk ayağı olan Rally Ciocco’da, Paolo Andreucci pilotajında yarıştı. Giandomenico Basso’nun Fiesta R5’ine mağlup olsa da, çoğu etapta Ford’a yakın giden Andreucci, otomobilin henüz emekleme döneminde olmasına rağmen, nasıl bir potansiyeli olduğunu gösterdi. Citroen DS3 R5 de homologasyonuna kavuştu ve o da, Portekiz Rallisi’nde start aldı. Şimdiden 30 adet satılan DS3 R5 ile birlikte, sporun ulusal katmanlarında, artık Super 2000’lerin değil, R5’lerin hüküm süreceği anlaşılmış oldu. Skoda, Opel gibi markaların da R5 çalışmasında oldukları biliniyor. Hatta Japon ralli devleri Mitsubishi ve Subaru’nun bile R5 için kolları sıvadıkları duyuluyor bu günlerde.
Son yazımdan bu yana, Dünya Ralli Şampiyonası’nda İsveç, Meksika ve Portekiz ayakları koşuldu. 2006’nın ardından, 8 yıl sonra tekrar yerinde takip etme şansı bulduğum İsveç Rallisi’nde, Sebastien Ogier’nin tökezlediğini, kimi pilotların ise, iyi form gösterdiklerini görünce, bu yılki WRC rekabeti için umutlanır gibi olmuştum. Ama Ogier Meksika’yı nispeten kolay, Portekiz’i ise elini kolunu sallaya sallaya kazanınca, boş yere umutlandığımı anlamış oldum. Kabul etmek lazım ki, Ogier, karlı ve asfalt zeminli yarışlar haricindeki bütün toprak yarışları, canı ne zaman, ne kadar forse etmek isterse, edebiliyor. Diğerleri, ara ara form tutuyorlar, ama yetmiyor. Asfalt yarışları da, bir şekilde podyumda idare ederse Ogier, veya asfalt tekniğini de ilerletirse, uzun yıllar bu yeni kasa Sebastien’i seyredeceğiz gibi görünüyor. JM Latvala iki yarış iyi gitse, üçüncüde deviriyor, Kubica’nın arabası devamlı kaporta-boyada, Kris Meeke dün başlayan çocuğun yapmayacağı hatalar yapıyor. Hani bir karbon atölyesi açıp, sırf Citroen’e, Volkswagen’e ve M Sport’a çalışsanız, köşeyi dönersiniz. Şu an şampiyonada, istikrarı ile başa güreşebilecek tek bir rakip var Ogier’ye kağıt üstünde, o da Mads Ostberg. Ama O’nun da kifayeti yetmiyor… Mikko Hirvonen desen, geçen hafta verdiği röportajda “Kimse Volkswagen’i geçemez” dedi. Ben buna inanmıyorum. Böyle olsa, JM Latvala’nın her yarışı en kötü ikinci bitirmesi gerekir. Tamam Volkswagen Polo R WRC gerçekten çok iyi bir otomobil oldu. Çok iyi bir şanzımana ve çok sağlam bir yürür aksama sahipler. Ama esas farkı yaratan Sebastien Ogier maalesef. Ott Tanak fena gitmiyor, ama O da tecrübesizliğine yeniliyor, rekabeti kaldıracak seviyede değil henüz. Andreas Mikkelsen’den daha iyisini bekliyordum bu sezon. Bu sezon gazlayacağı söyleniyordu ama henüz bir numarasını göremedik. Hyundai ise, hararet, alternatör gibi incik boncuk problemlerle uğraşıyor hala. ALS düğmesi kopuyor, onu dikiyorlar, fermuar yırtılıyor, yok efendim dekoltesi açılıyor… Araba çok narin, özellikle yürür aksam dayanıklılığında sorunlar yaşıyorlar. Diğer otomobillerin üzerinden geçtikleri kayalar, taşlar, Hyundai’lerin kolunu-bacağını kırıyor sürekli. Otomobil yavaş değil. Ama dayanıklı olmadığı için, gazlayamıyor pilotlar, çok belli görüntülerde. Hep yolun üstünde gitmeye çalışıyorlar.
Toyota’nın Yaris WRC hazırladığı söyleniyordu, geçtiğimiz haftalarda ise test görüntüleri çıktı ortaya. Ama Toyota’nın başkanı, kesinlikle Yaris ile yarışmayacaklarını, 2017’deki yeni kurallara göre başka bir otomobil ile yarışacaklarını belirtti ısrarla. Bu arada 2017 dedim de, müjdeler olsun, FIA yine değiştiriyor kuralları 2017’de. Üçüncü nesil bambaşka WRC’ler çıkacak 2017’de. Artık FIA’nın devamlı kural değiştirmesinden baygınlık geçiren fabrika takımları, kendi aralarında bir anlaşma yaptılar. Yazılı bir kurala bağlı olmayan bu anlaşmaya göre, 2017’ye kadar, önümüzdeki 2.5 yılda, mevcut WRC’lerin yeni bir spesifikasyonunu yapmama kararı aldı takımlar. Sadece yeni motor yazılımları ile devam edecekler. Bununla da yetinmedi FIA, R4’leri de yasakladı. Artık R4’ler, WRC2 haricinde ulusal ve bölgesel şampiyonalarda yarışamayacaklar. Zaten WRC2’de R4 ile yarışan pek kimse de yoktu. Çünkü rekabetçi değil arabalar. Çünkü saçma sapan bir fikir idi R4. Yazık yani, R4 yapacağım diye, güzelim Subaru’sunu, Mitsubishi’sini kesip biçen herkese “hadi bebeğim” dedi FIA, ölür müsün, öldürür müsün… Keza, artık hiçbir üretici 2 litre atmosferik otomobil üretmediği için, R3’ler de mazideki yerlerini almaya başlıyorlar. Bundan böyle R3 otomobil homologe edecek bir üretici olacağını sanmıyorum. FIA’daki insanların da alkolik veya Alzheimer hastası olduklarını düşünüyorum. 1.6 turbo motora çevirdikleri Formula 1 otomobillerine, şimdi sesleri çıkmıyor diye çare arıyorlarmış, arabalar bağırsınlar diye. Bunlar yönetiyor sporu dünyada, halinize şükredin… Bakalım WRC işinin daha ne kadar içine edecekler…
İsveç Rallisi’nde Björn Waldegaard’ı gördüm, hepinize çok selamı var. Ege Rallisi’nde görüşmek dileğiyle, herkesin bahtı açık, şansı bol olsun…
Hatalıysam: arasdincer@rallidergisi.com