Ege Rallisi ile, 2013 Türkiye Ralli Şampiyonası için marşa bastık. Yeni formatta, çok kısa ve keyifsiz bir yarış oldu. O kadar çabuk bitti ki, anlatacak hiçbir şey olmadı diyebilirim. Bu formatta, diğer yarışların da çok farklı geçeceğini sanmıyorum. Onun için, Ege Rallisi’nden bahsetmeden önce, Dünya Ralli Şampiyonası’nda neler olmuş, kısaca bir bakalım. Sezonun ilk yarışı Monte-Carlo’yu yazmıştım en son. Arkasından İsveç, Meksika ve geçtiğimiz haftasonu Portekiz Ralli’leri geldi geçti.
Monte-Carlo’da hocası Loeb’den dayak yiyen Ogier, İsveç Rallisi’ne epey bilenmişti belli ki. Golü erken buldu. Seeding etabında nedense kötü bir zaman yapan Loeb, Ogier’den çok daha önde start almak zorunda kalınca, zarlar çoktan atılmış oldu. Ogier ilk gün yarım dakika fark yaptı Loeb’e. O yarım dakikayı da yarışın sonuna kadar hatasız ve olgun bir pilotaj ile korumasını bildi. İkinci ve üçüncü gün Loeb de geriden start alınca, iki Sebastien’in etap zamanları hep at başı çıktı. Ogier’nin Polo R WRC’sinde şanzıman problemi olduğuna uyanan Loeb, birkaç etapta ölümcül ataklar denese de, çeviremedi yarışı. Ogier hakikaten müthiş savundu liderliğini, hakkını vermek lazım. Bu arada, Loeb, Ogier’ye saldırırken, büyük bir insanlık dersi verdi ve birkaç hata yaptı. Böylece biz Sebastien’in insan olduğunu anladık, öteki Sebastien de biraz rahatladı liderlikte. Ogier, powerstage’de de best çaktı, bal kaymak oldu… Tarih boyunca İskandinav’ların çöplüğü olarak bilinen İsveç’te, Fransız’lar kendi aralarında oynarlarken, Fin pilotların karizmaları da çok ağır çizildi yine. İskandinav ırkının şerefini iki paralık eden arkadaşlardan JM Latvala, yarışta hiçbir varlık gösteremedi. Adamın ortası yok, ya uçuyor, ya da ilk üçe giremiyor. Koskoca İsveç Rallisi’nde, power stage’den bir puan çıkararak teselli buldu Latvala. Hemşerisi ve Citroen’in birinci pilotu Hirvonen ise, yarışın daha ilk kilometresinde uçtu ve powerstage’den puan almak umuduyla haftasonu gezisi moduna geçti. Gerçi, powerstage’den de puan alamadı ya, neyse… Citroen’de facia bununla da bitmedi, birinci pilot daha yarışın başında uçarken, ikinci pilot Sordo da ilk gün uçtu. Yetmedi, bir de son gün uçtu, kazanabileceği alt tarafı birkaç markalar puanını da çöpe attı… Koskoca Citroen’in düştüğü hale bak… İskandinav’ların trajedisi bununla da bitmedi. Geçen senenin Finlandiya Rallisi yıldızı Jarkko Nikara da hayal kırıklığı yarattı. Harika bir yarış çıkaran genç yetenek Pontus Tidemann’ın ise derdi başkaydı, Ford’unun motoru bitti. (En son bir Citroen’in motoru ne zaman bitmişti, hatırlayan var mı?) İsklandinav pilotlardan tek gidebilen Mads Ostberg idi. O da yine Ford motorunun azizliğine uğradı ve çok değerli zamanlar kaybetti mekanik sorunlar ile. Ama buna rağmen, JM Latvala’ya çatır çatır döşedi Ostberg, podyumu bırakmadı. Lüzumsuz kaza yapanlar listesinde yine en başta Mathew Wilson vardı. Sütoğlan yine kendisinden bekleneni başardı ve takla atarak yarışı bıraktı. Evgeny Novikov, yavaş kaldığı ve hiçbir hedefinin olmadığı yarışta, bir de gereksiz bir şekilde uçup takla attı. Yaptığı kazanın sebebi basit bir frenaj hatasıydı ve görüldü ki, dünyada Dennis Giraudet haricinde hiçbir kopilotun bu çocuğu adam edemeyeceği aşikar artık. Büyük kazalardan ucuz yırtanlar da vardı İsveç’te, Henning Solberg ve Thierry Neuville gibi. 540 derece ile yılın spinini attı Henning Solberg. Latvala’yı geçmeye niyetlenen Neuville de fena uçtu ama şansının da yardımıyla hasarsız dönebildi yola. Bir ara Thierry Neuville “arabam çok alçak, sürekli altını vuruyorum” diye şikayet ediyordu. Öyle Citroen’deki abilerin gibi sana cillop set-up yapacak kimse yok oralarda Thierry, sen daha çok sürüneceksin be paşam… Bu arada İsveç’te seyirci etabı eşleşmelerini, halk oylaması belirledi. Adamlardaki motorsporları kültürüne bakar mısınız?..
Ardından bütün kumpanya, okyanusu geçti ve Meksika Rallisi koşuldu. Olağan şeyler cereyan etti Meksika’da. Mesela Mikko Hirvonen yine top oldu Ogier’ye karşı ve röportajlarında “I don’t know why, but… “ ile başlayan cümleler kurdu. Gayet normaldi bu. Dani Sordo, başa koşan pilotlardan utanç verici bir fark yedi . Bu da gayet normaldi. Benim anlamadığım, Citroen yetkilileri, Seb Loeb’den sonra, bu normaliteleri nasıl kabullenebiliyorlar…? Tamam, Volkswagen beklentilerin çok üzerinde bir performans ile başladı sezona. Ama Citroen’in hep bir B planı olmuştur bugüne dek…
Diğer normal olaylara gelirsek, JM Latvala daha 500 metre gitmişken, bir kayaya vurarak yarış dışı kaldı. İsveç’te de, diğer Fin “pilot” Hirvonen 500 metre gidebilmişti. Alen’lerden, Kankkunen’lerden, Vatanen’lerden, Makinen’lerden, ne günlere kaldı şanlı Fin sancağı… Ama bu defa JM Latvala, rutinin biraz dışına çıktı. Artık sadece ağaç, duvar gibi sabit objelere değil, hareketli varlıklara da vurabiliyor. Kaya, yolun orta yerinde, kocaman bir kaya. Öndeki otomobil yola çekmişmiş…
Ford’ların mekanik arıza kabusu Meksika’da da devam etti. Thierry Neuville biraz kıpırdayacak oldu, Fiesta RS WRC’nin fanı bozuldu! Ama esas Mads Ostberg’e yazık oldu Meksika’da. Mekanik sorunlar yüzünden İsveç’te ikinciliği Hirvonen’e teslim etmek zorunda kalan Norveç’li, önce debriyaj sonrada alternatör problemleriyle kırmızı üçgeni dikti yola. Ne şanstır ki, Ostberg’in şanssızlığından faydalanan yine Hirvonen oldu ve yarışı ikinci bitirdi. 25 km patlak lastikle gitmesine rağmen! Hangi akla, mantığa hizmetse… Esas komedi, Citroen pilotlarının cumartesi röportajlarındaydı ama… İki gün boyunca farklı lastikler ve farklı set-up’lar deneyen Hirvonen ve Sordo, cumartesi akşamı hala “neden gidemediğimizi bilemiyoruz” diye demeç vererek, bir fiyaskoya daha imza attılar. Hirvonen yine şansının yardımıyla ikinci oldu ama, böyle iki-iki giderek şampiyon olunmaz. Powerstage’den bir puan bile çıkaramazken, Ogier yine 3 çekti. Mads Ostberg’de müthiş bir gelişme, ama inanılmaz da bir şanssızlık var. Sezonun ilk üç yarışının üçünde de mekanik sorunlar yaşadı. Daha fazlasını hak ediyor. Thierry Neuville 21. etapta, tıpkı İsveç’teki gibi kahramanlığa soyundu. Yine ağzının payını alıyordu, az kaldı. Yediği halttan sonra elde ettiği üçüncülüğe yatıp kalkıp şükretsin…
Portekiz’de Ogier hasta hasta yarıştı. Hem vücudu hem de debriyajı bitik olmasına rağmen, yine kazanmayı bildi Fransız. Dani Sordo, rakibinin hastalığını fırsat bilip, atak başladığı rallide “hastayı yatağında geçeceksin” diye gazladı, ama sonunda kendini becerdi ve yoldan çıktı. Mikko Hirvonen yine bildiğimiz gibiydi: İkinci… Thierry Neuville yine İsveç ve Meksika’dan sonra, Portekiz’de de kahramanlığa soyundu. Ama iki kere sıçrayan çekirge, artık kontenjanını doldurmuştu, bu sefer bas bayağı uçtu Neuville. Mads Ostberg de uçtu. Sonra da Robert Kubica uçtu. Ama hayrettir, herkes uçtu, Latvala uçmadı??? Yalnız bu Kubica hakikaten akıllı. Top olacağını bildiği için, Ken Block ve Kimi Raikkonen gibi, yırtık dondan fırlar gibi WRC’ye girmedi direk. ERC ve WRC2’de tecrübe depolayıp, ondan sonra WRC’de kafaya oynamayı planlıyor. Portekiz’de geçen sene korkunç hava şartlarında herkes kaza yapmıştı. Bu sene de tam tersi bir sebepten çokça uçan oldu bence: Hava bu kez bozuk değil, çok sıcaktı. Uzun ve zımpara gibi etaplar da eklenince, mecburen herkes sert lastiklere sığındı. Gel gör ki, bu lastiklerle öyle geç ve düzgün fren yapılamıyor. Kazaların videolarına bakarsanız, hiçbiri süratli viraj kazası değil, frenajda uçan uçana.
WRC mevzusunu toparlarsak, bu sene Loeb’ün bırakmasıyla yaşanacağını umduğumuz çekişme ve heyecanı yine bulamayacağız gibi görünüyor. Citroen pilotlarının durumu vahim. Mikko Hirvonen, Citroen DS3 WRC’nin diğer otomobiller üzerindeki avantajını sonuca çevirebilecek kapasitede bir pilot değil. Takımın lideri olacak pilot hiç değil. Çok iyi bir ikinci pilottur, hepsi o… Dani Sordo istikrarsız, sadece asfalt yarışlarda markalar puanları için nomine edilecek bir spesyalist, hepsi o… Adamlar, yarışların ikinci günü akşamlarında, hala set-up’larını bulamamış halde, şaşkın ördek gibi ortalıkta dolaşıp, “bilemiyoruz, anlayamadık” gibi röportajlar veriyorlar… Hirvonen ve Sordo testlerde mangal mı yapıyorlar acaba, merak ediyorum?
İkincisi, geçen yazımda belirtmiştim, yine belirtiyorum: Carlos Sainz’a selam olsun, taş gibi araba yapmış. Dört yarıştır beni yanıltıyor Volkswagen’ler. Yalnız kronikleşen bir debriyaj problemi var gibi… Son iki yarışta Ogier debriyajdan yana dertliydi.
Üçüncü ve son tespitim ise şu split işiyle alakalı. Otomobillere etabın içindeyken split-time verilmesi, yarışın bütün keyfini kaçırıyor. Pist yarışından bir farkı kalmıyor işin. Rallinin özelliği, rakibinizin ne yaptığını bilmeden, kör uçuşu gitmenizdir. Ralliyi ralli yapan da, bu kör uçuşudur zaten. Otomobile split verilmesi yasaklanmalı. Çekişmenin heyecanı azalıyor…
Portekiz Rallisi’nde, temsilcilerimiz Murat ve Onur da maalesef kaza yaptılar. Çaktıkları yere kadar beklentilerin üzerinde bir performans gösterdiler bence. JWRC deyip geçmemek lazım, çok yüksek tempolarda yarışıyorlar hepsi de. Daha ilk JWRC tecrübelerinde Murat ve Onur’un gösterdikleri performans takdire layıktı bence. Yaptıkları kazaya gelince, Murat 100 kere girse o viraja, o kazayı yapmazdı. Tehlikenin çok açık belli olduğu bir nokta çünkü, tepede daralan bir viraj. Murat o golü yemezdi, ama hangi şartlarda yemezdi… Uzun yarış tecrübesi ve konsantrasyonuna sahip olsaydı yemezdi…Uzun yarış tecrübesi başka bir şey. Türkiye’de hızını gösteren pilotların dışarıda neden zayıf kaldıklarını bir kere daha görmüş olduk. Ülkemizin 100-130 km’lik etaplarındaki mimli noktaları, bırakın pilotları ve kopilotları, arabalar bile ezberlediler artık. O yüzden, yeni bir parkurun yeni şartlarını ve yeni tehlikelerini sezmekte zorlanıyoruz. Sezebilsek de, uzun yarışta, konsantrasyonumuzu yüksek tutmak zor oluyor. Çünkü Türk ekipleri uzun yarış yapmıyorlar. Konsantre olma ve teşhis koyma tecrübeleri kısıtlı. Tecrübenin önemini, son Ege Rallisi’nde de gördük. Çatalca etabında Serkan Yazıcı da dahil olmak üzere, geçmişte birçok pilotun uçtuğu köprülü sağ sertte, yine birçok ekip yoldan çıktı. İşin enteresan tarafı, yoldan çıkanların hiçbiri, yarışı ilk 10 veya 15 içinde bitiren hızlı ekiplerden biri değildi. Çünkü, ilk10’da, 15’de gidenler, o noktada bir acayiplik olduğunu, eski tecrübelerinden biliyorlardı. Uçanlar, yarışı ilk 10’da bitirenlerden daha mı hızlı geliyorlardı o noktaya? Hayır, yoldan çıktıkları sürat ile başlarına bir şey gelme olasılığı, yarış arabasının liftteyken kaza yapma olasılığı ile aynı: Yani milyonda bir. Ama tecrübe, her zaman gaza da frene de üstün geliyor işte maalesef…
Bu formatta, 100 km yarışıp, uçağa binip, eve döndüğümüz sürece, Murat Portekiz’de, 68 numaralı yarışmacı da, Çatalca’da kaza yapmadan öğrenemezler bazı şeyleri. Çünkü hepi topu 30 veya 50 km not çıkaracaklar ikisi de… Bu kadar kısa mesafede not sistemlerini, yol algılarını nasıl geliştirebilirler ki Murat ve 68 numaralı yarışmacı? Çünkü, Murat zaten o virajı biliyor, öteki ise, tehlikeyi algılayamadığı için uçuyor. Aynı tehlikeyi Murat da gidiyor, Portekiz’de sezemiyor, O da orada uçuyor. Eee, nerede bize tecrübe katacak çeşitlilik? 30-50 km yol içinde iki-üç kere dönüp, eve gidiyoruz, yaptığımız bu… Sene başındaki kulüpler toplantısında, 100km’lik yarışların yetersiz olduğunu, bu şekilde beklendiği kadar tasarruf edemeyeceğimizi, işin matematiği ile birlikte savundum, sporumuzun bazı büyükleri sağ olsunlar “afaki konuşuyorsun” dediler, lafı ağzıma tıktılar. Şu an bu kısa ralli formatından kimse memnun değil. Bu formattan nasıl bir tasarruf edildiğini hala anlamış da değilim. Zira, Cuma günü resmi test yapılıyor artık rallilerde. Test yapmak iyi bir şey ama Cuma günü test etabına çıkacaksak, neden cumartesi yarışmıyoruz ki? En azından ulusal kovalayanlar… 1 takım lastikten yırtarak mı tasarruf edeceğiz? Kulüplerin lojistik masrafının da bu şekilde pek azaldığını düşünmüyorum. Çünkü taksimetre Cuma gününden açılıyor aslında…
Formatımızdan bahsetmişken, Ege Rallisi’nden de bahsedelim. Yağız ve Bahadır için çok kolay bir galibiyet oldu. Fatih’in, Grande Punto Super2000 ile Yağız’ı zorlayabilmesi çok düşük bir ihtimaldi. Murat ise, Portekiz öncesi bir aksiliğe meydan vermeden, arabayı çiziksiz eve geri getirmekle görevliydi sanki. Risksiz yarıştı. Burak ve Uğur hızlıydılar. İkinci lupta Sinan da onlara katıldı ama son Beyler’de lastik patlatınca, pozisyonunu kaybetti.
Yeni formülümüz, Federasyon Ralli Kupası’nın da etkisiyle, hiç beklenmeyen sayıda bir araç parkı ile start aldı Ege Rallisi. Ama bazı aksaklıklar ve enteresanlıklar da olmadı değil. İkinci lupta öncüsüz kaldık ve bu yüzden iki etabın startında bekletildik. Historic bir otomobilin öncü çıkması elbette güzel ama o otomobile güvenip, hazırda yedek öncü araç bulundurmamak riskli idi. En azından Beyler’in startında bir yedek öncü bulundurulmalıydı. İlk gün sonundaki 45 dakikalık servisi kimse anlayamadı… Start öncesi kapalı park uygulamasında da herhangi bir denetim olmadığı için, yine kaos yaşandı. Kapalı parka zamanında giren biz enayiler, start için kapalı parktan çıkarken zorlandık. Çünkü Yağız start alırken, hala kapalı parka araba giriyordu, fiyasko… Madem bir kapalı park uygulaması olacak ve yönetmelikte saati belirtilmiş, bir ZK masası konsaydı bari… En önemli problem ise, Beyler’in son geçişinde yolu kapatan sürüler oldu. Hakkı’nın yoluna koyunlar çıkmış, biz aynı koyunların yanından geçtik zorlukla ama biraz ileride keçiler vardı ve durup geçmelerini beklemek zorunda kaldık. EOSK, canla başla çalışıyor, bu çok belli. Ama harcadıkları eforu mükemmel performansa çeviren, bu detaylar olacaktır.
Yolların durumu geçtiğimiz senelere göre daha iyiydi çünkü yarış öncesi yama yapılmamıştı asfalta. En azından ilk geçişte fena değildi yollar. Ama ikinci geçişte yola taşınan taş-toprak ve hatta kayaları görünce, gözlerimize inanamadık her seneki gibi. Yani viraj kesmeyi anlıyorum da, bu kadar toprağı yola fırlatacak kadar kesmeyi nasıl beceriyorsunuz sayın pilotlar, ben anlayamıyorum sizi gerçekten? Bağlardan, bahçelerden mi gidiyorsunuz? Arkanıza pulluk taksam, tarla sürüp, buğday ekerim, nasıl bir trajektuardır bu..?
Bu arada geçtiğimiz haftalarda Demir Başkan, İSOK yönetim toplantısının konuğu oldu, önemli konular konuşuldu ve açıklığa kavuştu. Başkan, yeni yönetimin karşılaştığı mali ve idari tabloyu ortaya koydu, bilgi ve fikir alışverişi yapıldı…
Benim durumdan anladığım, biz lastiği seneler önce patlatmışız, jant üzerinde gidiyor sporumuz. Hiç şakası yok… Biraz daha gidersek ne jant kalacak, ne disk ne de amortisör. Şu durumda krikomuz, Federasyon Ralli Kupası. Bu kriko bir kayarsa, buyurun cenaze namazına… Şu ana dek, Federasyon Kupası, beklentileri karşılayacak ve benim tahminlerimin çok üzerinde bir ilgi görmüş durumda. İş, ulusal+historic’lere kalsa, 40’ı ancak bulabileceğimiz startlarda, 70’leri zorlayacağız gibi görünüyor. Denk ve keyifli bir mücadele var. Umarım bu yeni formülün ivmesi, kısa soluklu olmaz. Çünkü uzun yıllardır görülmemiş bir kaynaksızlığın içinde sporumuz şu an. Birçok arkadaşımız, kendi hayal dünyalarında yaşadıkları için, gerçeklerin farkında değiller. Bu gidişle, eldivenlerini ve ayakkabılarını evlerinde giyip, playstation’da yarışabilecekler ancak (Ki zaten bazıları yapıyormuş bunu, tedavi tavsiye ediyorum kendilerine) Çünkü yarış marış kalmayacak… Sporu çok sevdiğini iddia edenler, “gel bir taşın üzerine de sen bir taş koy” dendiğinde, etapta gidemedikleri kadar hızlı sıvışıyorlar ortadan. Ama bedava TIR olunca, kayıtlar patlıyor… Bir TIR’ımız eksikmiş demek ki bunca senedir, ne tuhaf bir ülkede yaşıyoruz…
ESOK’dan gelen son habere göre, Eskişehir Rallisi’nin ismi Battal Gazi Rallisi olarak değiştirilmiş. Sponsor olmadığı için böyle bir uygulamaya gidilmiş. Katılan herkes sakalını, bıyığını ona göre ayarlasın lütfen. Bayan yarışmacılar da, çilekeş Türk anası formatına bürünsünler, yarışın hakkını verelim… Bakalım ne kadar ilgi çekecek Battal Gazi ismi. ESOK bir faydasını görürse, ben de İSOK yönetimine, İstanbul Rallisi’nin isminin Kara Murat Rallisi’ne çevrilmesini teklif edeceğim.
Bay Mükemmel, Pikes Peak’e giriyormuş Peugeot ile. Ari Vatanen’in 405 Turbo 16’sından sonra, efsane bir kısa film daha geliyor sanırım. WRC, GT, WTCC derken, tırmanma’ya da göz koydu doyumsuz adam. Oldu olacak gel, Bozhane’ye de gir seneye!
Son olarak,iki milli gururumuz, şövalyelerimiz Kenan ve Toprak ile kapatalım bu yazıyı da… Kenan yine birincilik ile başladı sezona. İkinci yarışta abondone oldu ama, Şampiyon gerekeni yapar diye düşünüyorum. Toprak ise iki yarışta iki podyum ve yabancı spikerlerin dilini dolaştıran bir performans ile, yeni gurur kaynağımız oldu. İki 54’ümüze de helal olsun, darısı ralli sporumuzun başına…
Hatalıysam:
arasdincer@rallidergisi.com