Aşağıdaki paragraf, 20 Haziran 2012 tarihli, 2012 İstanbul Rallisi’nin ardından yazdığım yazıdan alıntıdır:
“Taşlı-kayalı etaplar demişken… Kırıcı etap şartlarına karşı olmadığımı daima savundum yazılarımda şimdiye kadar. Sonuçta bir rallinin yapıldığı bölgenin coğrafi karakteri, kırıcı unsurlar içerebilir. Doğal şartların neden olduğu kabul edilebilir bir kırıcılık seviyesi, çok normaldir, hatta olmalıdır bir rallide bence. Ama artık ben isyan etmek istiyorum. Allah’a bin şükür, bu yaşıma kadar Arjantin’den Katar’a, İsveç’ten Yunanistan’a kadar nerede ralli yapılıyorsa yerinde gördüm, naçizane gözlem yaptım, fikir yürüttüm kendimce. Ama bizim ülkemizdeki gibi kırma volkanik kaya dökülerek yol yapıldığını, bırakın ralli etaplarında, tarla yollarında bile görmedim yurtdışında. Sayın federasyon yetkilileri, sayın büyükler, abiler, ablalar, kardeşler artık ne olur buna bir dur deyin. Bu yapılan yanlıştır, yazıktır, günahtır, yamyamlıktır bu yahu. Boğaziçi Rallisi için 23 km’lik harika bir etap bulunmuş, yapılmış. Nefis bir toprak zemini var. Bazı kavşaklarda yola kayalar sürüklense de, buna kimsenin bir itirazı yok. (En azından geçen sene Renato Travaglia itiraz etmemişti, biz de etmemeliyiz) Ama kırma taş dökülerek, hesapta ıslah edilmiş bir 5 km’lik bölüm var ki, arabanın çektiği acı, inanın ki bizlere nüksediyor içeride. Bu arabalara yazık değil mi? Neden yollara taş döküyoruz? 2010 yılında bu taşları Riva etabına döktüğümüz için bin bir küfür yemedik mi? Sonra süpürünce ele güne rezil olmadık mı? Daha hala bu taş işinde neden ısrar ediyoruz? 3 sene önce Ballıca etabının ucundan Oruçoğlu köyüne kadar taş döküldü. O güzelim toprak zeminin ırzına geçildi. Üzerinden bilmem kaç yarış, 3 tane kış geçti. Daha yeni kendine geldi o zavallı yol. Bu yapılan, yolu katletmektir. O 5 km’ye taş dökeceğinize, asfalt dökün, o bölümü asfalt geçelim. Veya baypas yolu var, o yolu kullanalım. Neden binlerce euroluk Super2000′leri, 4 çekerleri, veya neden zar zor satın alınmış bir Fiesta’yı, üç-beş kuruşa kiralanmış bir Palio’yu o taş havuzunun içinden geçiriyoruz? Zaten bizim coğrafyamızın toprağı yeterince kırıcı. Bir de suni bir kırıcı bölüm yaratmaya ne gerek var? Benim aklım almıyor, ben anlayamıyorum? Gerçekten anlayamıyorum…”
Bu paragrafın yer aldığı yazıya, buradan ulaşabilirsiniz. Geçtiğimiz hafta sonu yapılan 2014 İstanbul Rallisi ile ilgili, bu paragrafta bahsettiklerimi tekrarlamaktan başka, söyleyecek hiçbir şeyim yok benim. Orhan Yağız’ı geçmiş, Yağız Orhan’ı geçmiş, Murat hepsini geçmiş, N4’ü Ercan Abi kazanmış, Ahmet bilmem kaç metre atlamış, Mehmet bilmem kaçıncı olmuş, bunların ne yazık ki hiçbir önemi ve değeri yok bu yarış için. Çünkü yine herkes kaybetti. Fazladan yüzlerce Euro, binlerce Lira, onca emek, mesai, eski adıyla İSG, yeni ismiyle Namet olan etabın o Allah’ın cezası zeminine gömülüp, kayboldu gitti.
Şimdi herkes Cenap Abinin kulaklarını çınlatıyor, “bu etap neden verildi” diye. Acaba Cenap Abi, bu yolun bırak bir ralli etabında, baja yarışlarında bile kullanılamayacağını bilmiyor mu? Biliyor. Bu etabı çok güzel bulduğu ve herkesin de çok sevdiği için mi tercih etti? Bence hayır. Keyfinden mi, bu etabı tercih etti? Hayır. Cenap Abi, maalesef İSOK Kulübünce bir günah keçisine dönüştürüldü. İSOK’ta, malumunuz, kol kırılır, yen içinde kalır. Cenap Abi, tüm eleştirilerin karşısında yutkunuyor. Diyemiyor ki, “Herkes kulübü malum bazı nedenlerden ötürü terketti, bu iş benim ve Aydın’ın omuzlarına yüklendi, biz de işimizden gücümüzden bu kadar efor ayırabildik. Etrafta Mudarlı, Denizli gibi kullanılabilecek pek çok uzun ve düzgün zeminli etap varken, mecburen, vakitsizlikten, kaynaksızlıktan, yeni bir road book ve güvenlik planı yapılamadığından, gittik bu kahrolası etabı verdik, kabak benim başıma patladı” diyemiyor Cenap Abi. Küfürü O yiyor, sanki keyfinden bu etabı vermiş gibi… Bunca yıl, 16 etaplı, 20 etaplı Ali Sipahi Rallileri’ni, Renç Koçibey Rallileri’ni yapmış koskoca İSOK’ta, bugün bu görevi üstlenecek, Cenap Abi ile Aydın’a yardım edecek bir kişi bile kalmadıysa, çok üzgünüm ama, biraz aynaya bakmalı İSOK. Daha fazlasını söylemeyeceğim, anlaşılmıştır herhalde… Yarış öncesi Metin Abi’yi gördüm, 2012’yi hatırlattım, isyanımı dile getirdim, herkesten aynı sözleri duymuş olacak ki, O da bana patladı, fırçayı ben yedim… O da isyanlarda.. “Ben mi verdim etabı, telefon edip, 15 dakikada taşları temizletecek halim yok ya” dedi. Bu taşları karayolları dökmüş, çünkü yol asfaltlanacakmış gibi bir gazel var ortada. 2 senedir, atılamadı o asfalt ne hikmetse… Zaten bu taş işi başımıza nereden çıktı, kim döktürdü, kimin fikriydi, kimin suçuydu, 2 senedir onu da bulamadık. Bir gün bir gittik etaba, Dr. Leslie Arzt evvelsi gece kaya döktürmüş karayollarına… Ertesi gün de patladı gitti herif, yok oldu… Taşlar kaldı…
Kırıcı ralli olur. Kırıcılık, toprak rallinin bir unsurudur çoğu zaman. Yeşil Bursa Rallisi kırıcı idi, herkes mızmızlandı. Doğanın size kırıcı bir zemin sunduğu yerlerde, tecrübe ortaya çıkar, o tecrübe ile temponuzu ayarlayabilirsiniz, otomobili yolda kalmadan finişe getirebilirsiniz. Ama kırıcı da olsa bir “zemin” lazım yarış yapılabilmesi için… Sadece Unimog’ların geçebileceği bir zemin, kırıcı bir etap değildir, onun adı başka bir şeydir, ben burada telaffuz etmeyeyim. Kırma kaya bir zeminde, taş ve kum havuzunda, kask büyüklüğünde astroidlerin içinde gidiyorsanız, yaptığınız şeyin ismi yarış olmuyor. Bu bir yazı-tura oldu. Saçma sapan, binlerce euroya patlayan, kimsenin hızlı gitmediği, kimsenin yüzde yüzünü vermediği, ve vermemekte de haklı olduğu, tamamen şansa dayalı bir ralli oldu yine… Tıpkı 2012’deki gibi. Hatta daha da kötüsü.. 2012’de kırma taşlar vardı ama en azından taşlar tek parça halindeydi. Şimdi o taşların bir kısmı ufalanıp, çakıl havuzuna dönüşmüş, bir kısmı ise öylece kalmış. Böylece çakıl taşından, ayakkabı büyüklüğüne dek çeşitli ebatlarda objelerden oluşan bir taş havuzunun içinde gittik. Karşımıza en az 8 kere çıkan, kask büyüklüğündeki kayaları saymıyorum. Onların etrafından dönerek, cimkana yaptık. Sırf bizim otomobilimizde oluşan hasarın bedeli ile, hiç abartmadan söylüyorum, İtalya’nın “Ronde” tabir edilen 120-130 km’lik tek günlük rallilerinden birinde, bir Twingo R2B kiralayarak yarışabilirsiniz. Kim kazandı bu yarışı şimdi? Murat mı? Yoksa arabası en az hasar alan mı? Murat veya bir başkası çok mu hoşnut acaba böyle kazanmaktan?
Yazmayacağım demiştim, dayanamadım yine yazdım. Yazacak başka bir şey yok çünkü yarışla ilgili. Ulupelit’te ve Ballıca’da zaten çizgisi daha iyi olan, sürati daha iyi taşıyan, hızlı etap ayarı, tekniği, kondisyonu ve vizyonu rakiplerinden birazcık da olsa daha iyi olanlar belli oldu, Onlar daha iyi zamanlar yaptılar. Yarışın tüm hikayesi, “uzun etapta” yazılacaktı. Ama uzun etap olarak seçilen etap, bu etap olunca, bu yazı da burada bitti…
Bir ufak tespit ile noktalayayım: 2012’deki yarışa girmeyen pilotları tenzih ederek söylüyorum, geri kalan büyüklerim, kendi jenerasyonumdan arkadaşlarım ve genç kardeşlerim, 2012’de bu yarışa da katılan ve geçtiğimiz hafta sonu da yarışan herkes… Hiç şikayet etmeyin… Kusura bakmayın ama, hepinizin aklına şaşayım ben… Bir türlü birlik olup, tavır koyamıyor bizim yarışmacı eşrafımız… Pilotlar olarak, takımlar olarak, bir türlü birleşip, güvenlikten ödün verilen yarışlarda, veya bu tür milli servet düşmanı etapların verildiği yarışlarda start almamayı düşünemiyorsunuz. Bunu boykot etmek, hem hukuksal, hem sosyal bir haktır. Bir gün bir pilotlar birliği kurulur ve bu birlik gerçekten lafının arkasında duran kişilerden oluşursa, o birlik tavrını ortaya koyarsa, belki o günden itibaren artık böyle yarışlara bir daha şahit olmayız. Örnekleri tüm dünyada bulunan böyle bir oluşuma gidilirse, bir deklarasyon yayınlanır, denir ki “Biz falanca yıl filanca yarışta start alan şu şu şu pilotlar olarak, bu yarışın antrenmanında, X etabın geçtiğimiz yıllardaki gibi perişan vaziyette olduğunu gördük, biz yarışmıyoruz.” Bu kadar basit… Hadi, o yarış o saatten sonra yapılsın bakalım, o etap verilsin bakalım yarış tasarlanırken… Deklarasyon değil ama, topluca bir tavır koyma eylemini, 1991 Boğaziçi Rallisi’nde, güvenliği alınamayan etaplar sebebiyle yarışı boykot edip bırakan ekipler sayesinde görmüştük. Onlar gerçekten büyük adamlarmış, bugün daha iyi anlıyorum. Bugün böyle bir birleşme, böyle bir karşılıklı güven ortamı, böyle karakterde ekipler maalesef yok… Bunları yazdığım için, bana kızanlar olacak. Varsın olsun, ben kötü adam olayım. Ama bu otomobillere, çöpe giden bunca paraya, harcanan emek ve zamana gerçekten yazık. Türkiye Ralli Şampiyonasının bütün kompetisyon ruhu katledildi. Sadece genel klasmanda değil, her sınıfta katledildi.
Diyecek başka bir şey yok… Yarışın, yarış tarafıyla ilgili bir şeyler söylemek, gerçekten hiç içimden gelmiyor. Yarışı başarıyla bitirenler ve okuyanlar lütfen kusura bakmasınlar…
Hatalıysam: arasdincer@rallidergisi.com