İstanbul Rallisi’nde yine etaplardaydım, fakat bu defa seyirci olarak. Açıkçası, bu kadar yılan hikayesine dönen, sadece 70 küsür km etap geçilip, 6 saat içinde bitirilen ve çok uzun zamandır görmediğim kadar düşük bir ulusal katılıma sahne olan yarışı, sırf dostları görüp sohbet etmek için seyrettim. Burak, Ünal, Göksun ve Ali ile, önümüzden geçenlere bakmaktan çok, geyik yaptık yolun kenarında. Hatta ikinci lupta, etaplardan sadece birini seyrettik. Kimse, kusura bakmasın ama, bu kadar tın-tın giden ekipler olduğu sürece, etaplarda seyirci olmamasından şikayet etmeye hakkımız yok. Türkiye Şampiyonu ve Bayanlar Şampiyonunun belli olacağı bir yarışta, biraz olsun mücadele izleriz diye düşünmüştük ama, en ufak bir çekişme veya heyecan yoktu yarışta. TRT’nin Beraber ve Solo Türküler programı tadında yapıldı, bitti, anlı şanlı, koskoca İstanbul Rallisi… “Kurtulduk”!! Allahtan hava çok soğuk değildi de, en azından Ulupelit asfalt geçişinde kalabalık yapıp, muhabbet edebildik.
2. Lupta, asfalt geçişinde 100 kişiye yakın bir grup oluştu ki, gözlerimize inanamadık… 100 kişinin bir araya gelmesini kutlamak ve belgelemek için, videolar çekildi, fotoğraflar alındı, dümenden tezahüratlar yapılıp, Türkiye’de motor sporlarının ne kadar coşkun olduğu ispatlanmaya çalışıldı. Ama güzeldi kalabalık ve muhabbet… Adnan Sarıhan’dan, Enes Elver’e, Serkan Duru’dan, Özden’in oğlu Emre’ye, ilk defa yarış izleyene bayanlardan, Mine’ye kadar genç-yaşlı-kadın-erkek her çeşit seyirci türü vardı, hayret ettik. Tabii söylemeye gerek yok, sabah etaplarına dağılanlar, tesadüfen Ulupelit’de buluşunca, başka yerde seyirci kalmadı… Halid de mecburen Control’ü yine asfalt üzerinde çevirdi. Kafamıza taş yemeden, onu da atlattık…
Biz Göçbeyli-Ballıca yapıp, Ulupelit’i pas geçmiştik ilk lupta, ama yarışın yegane atraksiyonları da, Ulupelit asfalt geçişinde olmuş. Asfaltın sağındaki direkli tepeye çakan çakanaymış. Düz yolda uçanlar da var. Bu kadar yavaş gidip, nasıl duramıyorlar ve dönemiyorlar bilmiyorum ama, en azından oradaki seyirciler için eğlencelik bir şeyler olmuş, buna da şükür tabii.
İşin kompetisyon tarafında, Türkiye Şampiyonluğu da dahil, birçok unvan bu yarışta belirlendi. Kimse gazlamadı ama katılan çoğu ekip şampiyon oldu. Fatih’in Yağız’ı geçmesi, şampiyon olmasına yetmiyordu. Belki bundandır bilmiyorum ama, Fatih’de hiçbir hayat belirtisi yoktu yarışta. Belki şans döner de, Yağız kalır diye gezindi Fatih. Yağız da riske etmeden gitti. Uzun lafın kısası, bu yarışta gazlayan üç kişi vardı. Murat, Uğur ve Orhan. Biraz da Berna. Halid bile yavaştı, o derece yani… Bunun sebebi, bu yarışın bu kadar speküle olmasından dolayı tadının kaçması mı, hava ve yol şartlarının zorluğu mu, sporcularımızın kifayetsizliği mi, yoksa hepsi birden mi bilmiyorum. Ama sadece 17 ulusal ekibin start alması, insanları motivasyon yönünde olumsuz etkilemiş olabilir. Artı, mevcut kurallar, sporcuları “yatmaya” teşvik ediyor. Aynı sınıfta sadece 2-3 arabanın start aldığı bir yarışta, çekişme beklemek zor. Zaten doğru dürüst hazırlanmamış otomobiller, daha ilk etaplarda dökülüyor, kalanlar da yatıyorlar. Şöyle kora kor bir mücadele göremedik senelerdir. 17 arabanın start aldığı, üstelik tüm ünvanların belli olacağı bir rallide, kim gazlar ki? Gazlayanları saydım, hedefi olmayanlar veya hedefini tamamlamış olanlar. Benim hatırladığım, bu kadar fakir katılımlı ulusal ralli yok. Bu kadar düşük km’li ulusal ralli de yok hatırladığım. E bu şartlarda, yukarıda yazdığım “herkes geziyor” cümlesine biri cevap verse, dese ki, “Dalga mı geçiyorsun, geri zekalı mıyım ben gazlayayım, bitirsem şampiyonum” veya “Rakibimi iki etapta 1.5 dakikalık yaptım, neden risk alayım”, verebilecek hiçbir cevabım yok. Son iki yıldır sezon başındaki 60-70’li katılımlarla yapılan rallilerde, az veya çok, bazı çekişmeler oluyordu tüm klasmanlarda. Tabii, Fransa, İtalya, İngiltere gibi ülkelerde, bir rallide sırf 2WD veya Grup N sınıfında 60-70 katılım oluyor, adamlar 10 saniye içinde 5-6 araba şeklinde gidiyorlar bütün yarış. Ve 70 km değil, 180 km gidiyorlar bu şekilde… Gel de bu ülkeden sporcu çıksın diye bekle. Murat’ın JWRC sonrası gösterdiği aşama, gözle görülüyor. Ki fazla km yapamadı JWRC’de Murat. Ulusal veya mahalli yarışlarda rekabet yaratılmadığı sürece, Dünya’ya uzaktan bakmaya mahkumuz…
Bayanlar’da, son yarışlarda gösterdiği kararlılık ve rakiplerinin basit hataları ile, Simin patlattı sezonun şampanyasını. Gençlerde Murat’ın, 2WD ve Sınıf 6’da Orhan’ın, Sınıf 3’te ise Burak’ın dominasyonu ve ünvanları zaten belli idi yarış öncesi. Historic’de sezonun açık ara en hızlısı Engin Ağabey ve Başar, haklı bir şampiyonluk aldılar. Kerem Ağabey, Özden avantajına rağmen, çok forse edemedi Engin Kap’ı. Kemal Ağabey’in Fiesta’sı ise, Escortlar karşısında nefessiz kaldı. Adil ve Gürkal, kolayca kazanabilecekleri Sınıf 8’i zora sokmuşlardı sezon ortasında. Neyse ki bütünlemelerde çuvallamadılar ve kaptırmadılar kepi. Bu yarışı neredeyse baştan sona 3 silindir geçen Alpaslan-Soner ikilisi de, Sınıf 9’u kazanmışlar. Onlar da, fazla direnç görmediler rakiplerinden sezon boyunca, ama istikrarlı gittiler.
Türkiye’de 2013 motor sporları sezonu biraz “güdük” kaldı velhasıl. Tırmanma, kros ve pistte de durum pek iç açıcı değil. Bu ölü toprağını üzerimizden nasıl atacağımız konusunda umarım “yeni” TOSFED’in acil durum planları vardır. Çünkü gidişat, iyi değil… Sadece Türkiye’de değil, dünyada da motor sporları buhran içinde. Özellikle ralli… Fransa, İtalya, Finlandiya, İngiltere gibi Avrupa’nın önde gelen ralli ülkelerinde de, rallinin reytingi düşmeye başladı. Hele ki, Yunanistan, İspanya gibi ralli kültürü kanına işlemiş ülkeler kan ağlıyorlar. Dünya Ralli Şampiyonası’nda yine bir Sebastien dominasyonu izledik ve artık herkes biraz çekişme görmek istiyor. Bu noktada peş peşe Volkswagen’in gelişi ve Hyundai’nin geri dönüşü, WRC’ye bir hareket getirdi. Bereket getirir mi, göreceğiz ama en azından, dünyada şu an ismi önde gelen neredeyse tüm pilotlar fabrika pilotu oldular, hepsi mutlu, hepsi SSK’lı… Bu bile iyi bir şey. Hyundai’nin başında Michel Nandan, direksiyonunda ise Thierry Neuville gibi iki müthiş adam var. Diğer pilotları da fena değil ve bütçeleri de iyi. Hızı çabuk bulma ihtimalleri düşük sayılmaz. Fiesta RS WRC ve DS3 WRC, rakipleri Polo R WRC’ye göre daha zayıf görünüyor. Bunun sebebi çok açık: Böyle tabirleri sevmem ama, Polo R WRC’nin “hayvani” bir motor gücü üstünlüğü var diğerlerine karşı. Bu durum, çıplak gözle seyrederken bile, çok net ve bariz şekilde görülebiliyor. Ogier elbette müthiş hızlı bir pilot, ama yarattığı bu farkın hepsi pilotajdan kaynaklanmıyor. Şampiyon, ciddi bir güce sahip kaputun altında. Bu motoru, Volkswagen Motorsport hazırlamıyor. Polo R WRC’lerin motorlarını Lichtenstein ülkesindeki Lehmann diye bir atölye hazırlıyor. Fiesta’ların motorlarını geliştiren de M-Sport değil. Focus WRC yıllarından beri, bütün Ford WRC’lerin motorlarını Pipo hazırlıyor. İçlerinde kendi motorunu kendi hazırlayan sadece Citroen var.
Son olarak, açıklamak istediğim bir konu var. Geçtiğimiz aylar boyunca, soranlar oldu, “Yazmayı bıraktın mı, yeni yazı yok mu, ne zaman” gibisinden. Hitit, Yeşil Bursa ve Boğaziçi rallilerinin yanı sıra, bu sene yerinde izlediğim Akropol ve Finlandiya Rallileri hakkında da yazamadım. Yazmadım demiyorum, yazamadım, çünkü biz Akropol Rallisi’nde iken meydana gelen malum ve üzücü olaylar, akabinde de Demir Berberoğlu federasyonunun biraz zalimce devrilmesi üzerine, insanların –doğal olarak- benim yazılarımı okumaktan daha önemli işleri olduğunu düşündüm. İçimden de gelmedi açıkçası. Spora siyasetin hiçbir türlüsünü karıştırmayı doğru bulmadığım için, bu konulardan fazla bahsetmek istemiyorum. Umarım 2014’de, çok daha huzurlu bir ortamda, çok daha kaliteli yarışlar, çok daha verimli organizasyonlar izleriz de, ben de daha sık yazabilirim.
Şimdiden iyi seneler diliyorum tüm okuyanlara…
Hatalıysam: arasdincer@rallidergisi.com