Dünya gözüyle 70 küsur yarış otomobilini, 150’den fazla yarışmacıyı bir arada gördük Eskişehir’de. Ulusaldı, federasyon kupasıydı, klasikti, oydu buydu derken, kocaman bir aile fotoğrafı çekildi startta. Daha iki ay önce bunun olacağını söyleselerdi, güler geçerdik hepimiz. Ama bir şekilde becerildi.
Lakin esas ilgilenmemiz gereken, hangi şekilde becerildiğinden ziyade, bunun nasıl sağlıklı bir devamlılığa kavuşturulacağı olmalı. Federasyon kupası aşısının tuttuğu kesin. Kamuoyu çoğunluğu yavaş yavaş federasyon kupasının olumlu havasına bürünmüş, destekler hatta sahiplenir hale gelmiş durumda. Bir şeyler iyiye gidiyor gibi görünüyor. Sadece federasyonun değil, özel teşebbüslerin de hareketlenmeye başladığını görüyoruz. V1 ve V2 Challenge’larda dünya kadar pilot yarışıyor, Volki Workshop’larda pek çok yarışmacı adayı, bir yarış arabası kullanıp, potansiyel sporcu haline geliyorlar. Ege Asal Metal grubundan çok güzel hareketler izliyoruz. 131’ler ile halka açık ve ücretsiz müsabakalar düzenliyorlar. İnsanları bu sporun fiili tarafı ile tanıştırmak büyük bir olay, yabana atılacak iş değil… Sadece o değil, otobüsler ile yarışlara seyirci de götürüyor Ege Asal Metal grubu. Bunun örneğini sanırım en son 20 yıl önce filan görmüştük, ben ortaokula gidiyordum o zaman. Sporu seyirciye götüremediğiniz pozisyonlarda, izleyicileri spora götürmektir bu sporun şifresi. Bunu daha sık denememiz lazım diye düşünüyorum.
Federasyon kupası takvimindeki oynamaları saymazsak, yeni federasyon yönetimi, kısa vadedeki sınavları kazasız belasız atlattı gibi görünüyor velhasıl. Takvimdeki münferit yarışların birer birer iptal edilip, römork gibi ulusal peşine eklenmelerine, haklı olarak bozulanlar var. Takvim en baştan böyle kurulsaydı, sorun olmazdı aslında. Tabii bazı arkadaşlar baktılar ki pabuç pahalı, yarış düzenlemek öyle masa başında geyik yapmakla olmuyor, “hazır şu jütler çakılmışken, e gözetmenlerde orada, oooh, ben bizim kulübün mahallisini sıkıştırıvereyim şöyle arkaya, zaten bu sene trend” diye savdılar sıralarını. Aman neyse, yarış olsun da, nasıl olursa olsun. Römork konseptinde bile olsa, yarışlara katılım var, federasyon kupası şemsiyesi altında işliyor sistem bir şekilde. Biraz daha stabil ve tutarlı olabilirsek, geçen yazıda bahsettiğim kriko, gayet güzel iş görür bence.
Kısa vadede işler tıkırında dedik, hazır motorumuz devirlenmişken, hiç ayağımızı gazdan çekmeyelim ve vites büyütelim, orta ve uzun vadeye bakalım diyorum. Elbette büyüklerimiz çalışıyorlardır bu konuda. Ama ben kör tuttuğunu beller misali yıllardır söyleyip durduğum şu yabancı ülke federasyonlarının sporcu çıkarma-geliştirme modelini en kısa zamanda etüd edip, kendimize uygulamalıyız söylemimi tekrar etmek istiyorum. RAC, RACC ve bilhassa FFSA incelenmeli. FFSA, seri üretim yapar gibi pilot çıkartıyor. Bunların hepsi mi şarapla besleniyor yahu, hiç mi ayran içenden pilot olmuyor????
Bir gelenek daha var dünya motor sporlarında, bizde eksik olan. Daha doğrusu bizde bir dönem var gibiydi, ama şimdi dibine darı ekildi nedense: Yarış otomobili homologe eden, motor sporları kültürü olan markalar belli dünyada. Pek çok ülkede, bu markaların fabrikaları olmasa da, distribütör takımları var, fabrika takımı kimliği ile. Bu, fabrika takımından farklı bir kimlik, “bayiiler takımı” deniyor buna. Marka, distribütörüne bunun komutunu veriyor “bu takımı kur” diye. Hatta çoğu zaman, komutu vermesine bile gerek kalmıyor, adamların halkında motor sporlarına saygı-sevgi olduğu ve yarış kültürü olduğu için, distribütörler bunu bir avantaja dönüştürmek için, ilk iş yarıştakımı kuruyorlar, Ama ralli, ama pist, arabası nereye homologe ise… Ama işte, döndük dolaştık yine motor sporları kültürüne geldik, bunu nasıl oturtacağız bu halka bilmiyorum.
Markalara bunun bir ölü yatırım olmadığını ispatlamak için, önce bu kültürü yaratmak lazım. Şu an sadece Ford ve BMW’nin resmi takımları var Türkiye’de. Genetiğinde ralli olan Fiat ve Renault çekti gitti. Hyundai ve Opel’in global anlamda arabası kalmadı parkurlarda. Onlar da gittiler. Subaru ve Citroen kısa soluklu oldu. Hepi topu 3-5 iyi pilotumuz var, onlara da imkan verilmiyor. Hepsinden geçtim, Dünya Şampiyonumuz var Kenan, adamın üzerinde bir tane Türk sponsoru olsun be… Yok! Bu arada Kenan demişken, sezonun üçüncü yarışında solukları kesen bir yarış çıkardı Kenan ve saniyenin binde bilmem kaçı ile ikinci oldu. Ama izlerken hakikaten kalp krizi geçirtecekti, o ne çekişmeydi, ne düello oldu, helal olsun, gurur duyduk.
Geçtiğimiz haftalarda Arjantin, Azor, Korsika Turu ve Eskişehir Battalgazi Ralli’lerini yaşadık. Bir ESOK klasiği haline gelen, derli toplu, düzgün, kaliteli organizasyon mevzularını bir kere daha idrak ettik Eskişehir’de. Nevzat Başkan bu işi incelikli yapıyor kimseye külfet yok yarışta, etapçısından yarışmacısına herkes memnun ve mutluydu. Sadece şu servis alanı perişanlığına artık bir son vermek gerekiyor diye düşünüyorum, o toz-toprak yakışmıyor bu yarışın kalitesine.
Özellikle Yiğit-Efe ve Fatih-Güray ikililerinin çok hızlı göründüklerini söylüyor izleyenler. Yağız-Bahadır’ın performansları da yabana atılmamalı, çok zorladılar rakiplerini. Onlar yoldan çıkınca oluşan farkı iyi idare etmiş Fatih ve Yağız’ın ataklarına sakin ama kararlılıkla cevap vermiş. Özellikle 2’nci ve 3’üncü etabın toprak ralliden farksız hale gelmesinden sonra, böyle yakın çekişmelere taraf olmak kolay değil, iki ekibi de kutluyorum. Mehmet’in rallilere dönmesi mücadeleye renk katacaktır diye düşünüyorum. Çok erken kaldı ama devam ederse enteresan şeyler olabilir. Sınıf 3 yine Burak’ın hakimiyetinde geçti. Ne Uğur Burak’ı yakalayabiliyor, ne Hakkı Uğur’u yakalayabiliyor. Bursa’da da bu böyle olacak bence. Toprakta aralar biraz daha kapanabilir ama mekanik mevzular oyuna dahil olmadığı sürece sıralamanın değişeceğini sanmıyorum. Ferhat kalana kadar harika zamanlar yapmış, ama yine mekanik arıza ile telef olmuş maalesef. Tez zamanda şanssızlığını üzerinden atar umarım Ferhat. Bulgarlar asfaltta bizimkileri fena parçalarlar diyordum, ama sadece ikisi varlık gösterebildi, Slavov ve biraz Grigorov. Dağhan bütün iki çekerleri harcadı ve kazandı, helal olsun. Orhan’ın sezon başı kazasından sonra üzerindeki durgunluğu biraz attığını gördük. Clio R3’e karşı Fiesta R2’si ile dezavantajlı olmasına rağmen, Slavov ile çok çekiştiler. İkisini de tebrik etmek lazım.
Herkes “arabam yürümüyor , frenim tutmuyor” diye ağlama repliklerindeydi Eskişehir’de. Özellikle federasyon kupasındaki bir takım “çok iddialı” arkadaşların sürekli arabalarından şikayet ettiklerini duydum. Arkadaşlar, kimse rakibine geçildi diye, garibim dilsiz arabasına iftira atmasın. O irtifada Super 2000’ler de yürümüyor, ikinci etapta Evo’lar da duramıyor. Herkes için aynı durum geçerli, boş yere ağlamayalım. Federasyon kupası demişken, zamanlara baktığımızda Yiğit ile aynı tempolarda gidebilen Hakan Ertarman dikkat çekiyor. Ragnotti’nin hakkını vermiş, gitgide hızlanıyor Hakan. Melih’in malı götürdüğü kategori 1’de, Palio’lar müthiş işler çıkarmışlar. Kendi sınıflarındaki daha güçlü arabaları harcamışlar, hatta uçurtmuşlar bazılarını. Hepsine bravo. Pilot-kopilot karşılıklı birbirlerini doldurup, sonra uçanlara da allah akıl fikir versin diyorum . Yiğit ve Hakan’ı saymazsak, bazı kategori 1 Palio ekipleri haricinde, aracının standartlarının üzerine çıkabilen pek yok federasyon kupasında. Yarıştaki tek aksaklık, makinalı tüfek gibi dağıtılan serpme fodepar cezaları idi. O noktalardaki fotosel cihazlarında bir kalibrasyon problemi olduğu kesin. Pek çok incar görüntüsünde startlar temiz çünkü. Bayanlarda Simin bu defa işi baştan sıkı tutmuş ve rahat kazanmış, Evo ile barışmışlar.
Klasiklerde yine Gamgam-Kap rekabeti yaşandı, Ege Rallisi’ndeki kan kaybından sonra, bir darbe de Eskişehir’de yemiş Kemal Abi. Engin Abi ve Başar, acımasız bir tempo ile çok rahat kazanmışlar yarışı. İnişlerde de, tırmanmalarda da Engin Abi yürümüş.
Asfalt kurdu ev sahibim Yüksel Bey’in, geçen sene burada antrenmanlarda geçirdiği ağır kazadan sonra, tekrar parkurlara geri döndüğünü gördük, pek memnun olduk hepimiz. Doktor T de yarıştı, çıkma çamurluklu Honda’sı ile. Doktor, çok inatlaşıyorsun şu araba ile. Sen O’na kötü davranıyorsun, o da seni sürekli satıyor, barışın artık… Efe Ersoy’un, kopilotlukta marifetli olduğunu düşünenlerdenim, fakat yerinde olsam, kariyerimi çocuk bakıcılığı üzerine kurardım. 15 kişinin susturamadığı iki yaramaz kız çocuğunu tek başına mum gibi yaptı Efe, inanamadık… Bu yılki yarışın bir başka enteresan yanı da, etaplardaki kaplumbağa enflasyonuydu. Yok, yavaş giden hızlı geçinen ekipleri söylemiyorum, gerçek kaplumbağalardan bahsediyorum. Nedense yollar kaplumbağa doluydu bu sene ama neyse ki, minik dostlarımızdan hiçbiri ezilmedi yarışta.
Bu arada, Muttalip köyünden Belen Geçidi’ne çıkan yoldan geçme fırsatım oldu, yaklaşık 20 km’lik nefis bir vıdı vıdı tırmanma yolu. Zemin de güzel. Nevzat Başkan ile konuştum, Onun da gözü varmış o yolda. Eğer Eskişehir’in etap portföyüne katılırsa bu yol, mevcut etaplarla birlikte 2011’in ilk etabı da kullanılarak, bir ERC yarışı bile düzenlenebilir Eskişehir’de.
Avrupa Ralli Şampiyonası’nda Azor ve Korsika Turu Rallileri geçildi. Görünen o ki, yeni kral Kopecky. Asfalt, toprak, yağmur, sis, yeni yarış, eski yarış fark etmiyor, adam gidiyor ve hata yapmıyor. Azor’da bir Çek pilot için müthiş bir performans sergiledi. Korsika’da ise aklını kullandı ve sadece gerekeni yaptı: Arka bahçesinde yarışan Bouffier’yi rahat bırakarak, ikincilik puanlarını aldı paşa paşa. Mini’nin hala ölmediğini ispatlayan Sarrazin, üçüncü olurken, kendisinin hala ölmediğini ispatlayan Delecour da yarışı ilk 5 içinde bitirdi, 50 yaşında…! Bazı duygusal arkadaşların çok şey bekledikleri Robert Kubica, Azor’da bir DS3’ü daha parçaladıktan sonra, asfalt üzerinde süt dökmüş kedi gibiydi bu defa. Ama bu sefer de benzin pompası yoluna taş koydu.
Dünya Ralli Şampiyonası’nda ise Arjantin Rallisi’ni idrak ettik. Malum, Kral Carlos’tan sonra, Arjantin’in en ünlü kralı, Sebastien Loeb’dür. Yarıştan önce, birincilik kupasını, Loeb’ün odasına yollarlar peşin peşin. Bu yılda farklı olmadı. Kral gerekeni yaptı, herkes bir toparlandı, bir çeki düzen verdi kendine yine. Yalnız, bu yarış, bu sezonun diğer yarışlarından biraz farklı geçti. Uzun zamandır ilk defa Fin pilotlar, sadece 5. etaba kadar bile olsa, Fransız’lara karşı direniş göstermeyi becerdiler. Bu serap sadece 5 etap sürse bile, güzeldi. 5. etaptan sonra Fransız’lar yine kendi aralarında tavla oynamaya başladılar. Yarış sonu bilançosuna baktığımızda, yine takla atan Dani Sordo’yu ve Ogier’den 1, Loeb’den 2 dakika yiyen JM Latvala’yı yine perişanlar listesinde görüşüyoruz. Bu arkadaşlara en kısa zamanda teşekkür edilmeli, boş yere benzin ve lastik sarfiyatı… Bir başka gariplik ise, Mikko Hirvonen, Ogier’ye çok yakın gitti, nasıl oldu ben de anlamadım? 8. etaba kadar ciddi ciddi çekiştiler. Bu yarış ilk defa VW’lerin ve Ogier’nin süratine çıkabildi Hirvonen. Ama 8. Etaptan itibaren bir şalter problemi hasıl oldu DS3 WRC’de. Oldukça zaman kaybetti Hirvonen ve ancak 6’ncı olabildi. Yarışın esas tantanası, finişten sonra koptu. Ogier, Loeb’e yine geçilmeyi sindirememiş olmalı ki, yine başladı bıdı bıdı’larına. Takımı ve arabasını yerden yere vuran açıklamalarından sonra, Jost Capito’dan basına açık bir azar işiten Ogier’nin artık akıllandığını sanıyordum, ama yanılmışım. Oradan da kovulursa, gideceği yer yok artık. Alman’lar daha ne yapsın? Citroen’i geçebilen bir araba yapmışlar, Ogier efendi hala ahkam kesiyor. Ford 10 yıldır geçemiyor Citroen’i, Hirvonen’in kafasında saç kalmadı. Polo’yu beğenmiyorsa, Malcolm amcası yarıştırır Ogier’yi. Hadi junior Sebastien, gözün yiyorsa insene arabadan..?
Hatalıysam:
arasdincer@rallidergisi.com