2000 yılında inanılmaz birşey gerçek oldu Türkiye için. Tahincioğlu Federasyonu göreve geldikten sadece 3 sene sonra, o zamanların WRC’den sonra en önemli ralli organizasyonu olan Avrupa Ralli Şampiyonası’nın 20 katsayılı yarışlardan biri olma rütbesine terfi etmişti Türkiye Rallisi. O yılları hatırlayanlar bilir, 20 katsayılı sadece 10 yarış vardı Avrupa Ralli Şampiyonası’nda. Ve şampiyona kovalayan önemli pilotlar sadece 20 katsayı yarışlara girerlerdi. Henrik Lundgaard, Armin Kremer, Janusz Kulig, Bruno Thiry, Simon Jean Joseph, Giandomenico Basso, Nicolas Vouilloz, Luca Rosetti… İşte, bizim rallimiz, 20 katsayı olduktan sonra, ve daha sonraki yıllarda Avrupa Ralli Şampiyonası tek bir takvimde toplandıktan sonra, bugünkü ismi ile Boğaziçi Rallisi’ni kazananlar… (2009’da boş kaleye gol atan Michal Solowow’u saymıyorum) 2000 yılından önce bu yarışı kazananlara baktığımızda, Philippe Bugalski, Mark Higgins, Alessandro Fiorio’yu da görüyoruz. Hepsi de saygıdeğer, önemli pilotlar değil mi? Juho Hanninen gibi…
Bu pilotlar bizim yarışımızı kazanırlarken, kimleri geçtiler? Kimleri geçmediler ki… 2000 yılı öncesinde Renç Koçibey, Emre Yerlici, İskender Atakan, Ercan Kazaz, Serdar Bostancı, hatta Ali Bacıoğlu’nu, 2000 yılı ve sonrasında da Volkan Işık, Serkan Yazıcı, Nejat Avcı, Ali Deveci, Adnan Sarıhan, Ercan Kazaz ve diğerlerini… Bunlar da bizim ülkemizin en önemli ve hızlı pilotları değil mi? Yağız Avcı gibi…
Yağız ve Bahadır’ın geçen seneki galibiyetlerini bir kenara koyalım. Kenara koymaktan kasıt, bu galibiyeti küçümsemek anlamında değil… Tek ciddi rakibi Travaglia idi, İtalyan bir şanssızlık yaşadı, ne olduysa oldu… Sonuçta Yağız ve Bahadır kazandılar, kitapta O’nların ismi yazıyor mu, yazıyor…
Bu durumda teknik olarak bakarsak, ilk paragrafta saydığım isimler, ikinci paragrafdaki isimleri, Aydın Abi’nin deyimi ile “didiklemiş” oluyorlar bu durumda. Sözü geçen Türk pilotlarımız için “didiklemek” gibi bir deyim asla kullanılmadı bugüne dek. Çünkü O’nlar, her ne kadar yabancılara boyun eğmiş olsalar da, ülkemizde bir dönemin -bizlerin- kahramanlarıydılar. Saygıdeğer pilotlardı hepsi. Şimdi eğri oturalım, doğru konuşalım, yaşı birçoğumuzdan küçük olsa da, Yağız da şu an kendinden küçüklerin kahramanı durumundadır. Daha da ötesi, bir Türkiye Ralli Şampiyonudur. Nasıl ki, zamanında, sözü geçen büyüklerimiz için böyle bir deyim kullanılmadıysa, Yağız Avcı için de kullanmak biraz kırıcı gözüküyor. Yarışın sonucuna bakarak, pek çok kişi Yağız’ı eleştirdi, kazanamadığı için. Şunu söyleyebilirim ki, bu yarış sonunda, “şampiyonumuz” için getirilen eleştiriler, sanki biraz insafsızca oldu. Ben de Yağız’ı zaman zaman eleştirmişimdir, ama, şu aşamada “Nasıl Hanninen’i geçemez” diye düşünmek, bariz bir haksızlık olacaktır Yağız’a. Neden mi… Şimdi işin en ilginç kısmına geldik…
Yağız’ın kariyerine ilk gününden beri şahit oldum. Juho Hanninen’in kariyerinin ise son 5-6 yılını iyi biliyorum. Juho hakkında biraz daha araştırma yaptım ve, gelecek vaad eden bir Türk ile, gelecek vaad eden bir Fin’in kariyerleri nasıl gelişiyor, gördüm…
Yağız 84’lü, Juho ise 81’li. Yağız 2002’de başladı kariyerine. Juho ise 2003’de başlamış. Yani Yağız, Juho’ya göre dört yıl avantajlı başlamış motorsporlarına. İkisi de ralliye başladıklarının ertesi senesinde, önden çekişli, daha kolay arabalar kullanmışlar ve ikisi de ulusal şampiyonada sınıf birinciliklerini kazanmışlar. İkisi de kariyerlerinin üçüncü yılında hızlı otomobiller ile yarışmışlar: Yağız Corsa Super 1600 ile, Juho da Evo 6 ile. İkisi de hayatlarının ilk WRC yarışına, kariyerlerinin üçüncü senelerinde katılmışlar. Buraya kadar Yağız ile Juho’nun kariyerleri neredeyse paralel gidiyor. Bu noktadan sonra Yağız, Türkiye Ralli Şampiyonası’na devam ederken, Juho, o sene 4 WRC yarışına daha katılıyor. Allahın sevgili kulu diye mi? Çok yakışıklı diye mi? Hayır, yeteneğini ispatladığı için… O yıl katıldığı 5 WRC yarışından birinde, kariyerinin ilk WRC otomobilini kullanıyor, ikisinde Evo 9 ile PWRC’yi kazanıyor, birinde ise, C2 Super 1600 ile, tüm JWRC katılımcılarının önünde bitiriyor yarışı. Kariyerlerinin başlangıcında kendisinden 4 yıl avantajlı olan Yağız’ın, bugüne dek girdiği WRC yarışı kadar yarışı, daha o sene yapıyor, o kadar tecrübeyi, daha o sene kapatıp öne geçiyor Juho. Bu otomobiller gökten zembille mi iniyor? Hayır, kabiliyetli olduğu için, destekleniyor Juho. Ondan sonra da zaten kimse tutamıyor Juho’yu… IRC’yi en zor yılında, 2010’da kazanıyor, SWRC’yi de 2011’de… Bugün dünyanın en kalifiye, en hızlı, en iyi 10 pilotundan biridir kendisi.
İşte ey cemaat, benim, sizin, abilerimizin, gençlerimizin, bu ülkede bu sporu ne kadar boş yere yaptığımızın ispatı size… Ne abilerimiz, ne biz, ne de yarının gençleri, asla bir Juho Hanninen olamadık, bu kafayla olamayız, bu gidişle de olamayacağız…
Yağız’dan 1 değil, 2 sene değil, 3 sene değil, 4 sene dezavantajlı bir adam, bugün gidip, Belçika’da geçilmez olan Freddy Loix’yı kendi evinde geçiyorsa, Sardunya Rallisi’nde İtalyan pilotları, Açores’de Portekizli’leri, kovaladığı şampiyonalarda Mikkelsen, Kopecky, Sandell, Sousa, Al-Attiyah gibi isimleri perişan ediyorsa, kusura bakmayın da, Yağız’ı da geçsin artık… Geçiyorsa da, kendimize de bir soralım. Yağız’a, veya başka kabiliyetli pilotlarımıza biz ülke olarak ne verdik? Bizim federasyonumuzun, uluslararası bir ekip çıkarmak için bir planı var mı? Ben bunu sene başındaki TOSFED kulüpler toplantısında federasyon yetkililerine sordum. Aynı bu şekilde sordum, bir evet-hayır sorusu idi. Evet ve hayırdan başka her cevabı aldım, aldığım cevabı da anlayamadım… Yabancı federasyonlar, kabiliyetli pilot adaylarını destekliyor diye 50 kere söyledik. Başka türlü Juho Hanninen’i filan geçemezsiniz… İskandinavya’da, Fransa’da, geleceğin şampiyon adayları, 16-17 yaşlarında keşfedilip, 2-3 sene yarıştırılıyor. 19-20 yaşlarında hızlı bir otomobil ile şans veriliyor. Çocuk kendisini kanıtlarsa, 22-23 yaşlarında IRC veya WRC’ye yükseliyor. Yükselemezse, o pilot ancak ulusal bir isim oluyor. Ogier, Mikkelsen, Neuville, Hirvonen, Latvala bunun en iyi örnekleri. Buna tek istisna, 27 yaşında WRC direksiyonuna oturan Loeb. O da zaten insan değil, malum… Souza, Bouffier, Casier, Breen gibi isimler, o şansı elde ettiler ama patlamayı yapamadılar. Ve şu an birinci sınıf pilot olmaktan çok uzaktalar. Bu iş artık böyle. Kendini kanıtlama yaşı 21-22’lere kadar indi. Bu noktadan sonra, Yağız’ın, Orhan’ın, Emre’nin, Fatih’în, gidebilecekleri en uzak nokta, Volkan Işık’ın, Nejat Avcı’nın, Serkan Yazıcı’nın vardıkları noktalardır. O da yeterli bütçeler bulunabilirse. Biz, eğer yarından tezi yok, Buğra’ların, Yiğit’lerin, Ümitcan’ların kariyerlerini profesyonel olarak şekillendirmezsek, her bir aday pilotumuz için, 2 yıllık gelişim planları yapmazsak, Estonya gibi, Finlandiya gibi, Fransa gibi, 2-3 genç isme şans verip, ikişer sezon SWRC veya IRC kovalatmazsak, yılda en az ikişerbin kilometre test yaptırmazsak, daha bir on sene uluslararası başarı getirecek bir ekibimiz olmaz bizim. Ancak Solowow’u geçeriz, hayal görmeyelim…
Yarışın sportif ve organizasyonel tarafına gelirsek, şimdiye dek Türkiye’deki en güzel start ambianslarından biri yaratıldı diyebilirim. Makus talihimizin bir parçası olarak, yine çok fazla seyirci yoktu (Seyirci var mıydı veya?) Ama bir vapur, bir buharlı lokomotif ve bir ralli otomobilinin aynı kareye sığdırılabildiği bir start yerini ben ilk defa gördüm. Çok güzeldi. Etaplarımız hakkında tüm yabancılar olumlu yorumlarda bulundular. Yarışın akışı ve organizayon hakkında ise, birkaç şey söylemek lazım. Boğaziçi Rallisi artık oturmuş bir formatta yapılıyor. Dolayısı ile bir hata veya aksaklık gözlemlemek zor. Ancak bu defa, hayati önem taşıyan bir sorun vardı: Hem rally guide’daki, hem de roadbook’daki yol tariflerinde pekçok hata vardı. Yol karakterleri yanlıştı, kerterizler yanlıştı, hatta bazı kavşaklar tarifler de yoktu. Yolları ezbere bilen bizler için pek sorun olmadı ama bilmeyen yerli ekipler de, yabancı ekipler de, büyük sorunlar yaşadılar. Pek de hoş olmadı… O kadar ki, cuma gününün servis çıkış masası ile, kapalı park giriş masasındaki yolun tarifi hiç yoktu roadbook’larda.Ve bu hata, benim hayatımda ilk defa gördüğüm bir şekilde telafi edilmeye çalışıldı. Roadbook’da öyle bir güzergah tarifi olmadığı için, servis çıkış masası iptal edildi ve servisten çıkıp direk olarak kapalı park giriş masasına yönlendirildik. Yabancı yarışmacılar şaşkınlıklarını gizleyemezken, elimizden geldiği kadar onlara ve kendimize yardımcı olmaya çalıştık. Bunca ralliye şahitlik ettiğim ömrümde, bir ZK masasının toptan iptal edildiğini de böylece ilk defa görmüş oldum… Gülsek mi, ağlasak mı…
Daa önceki yazılarımda Yağız’ın Türkiye Şampiyonluğu için işinin zor olduğunu, ve en büyük avantajının otomobili olduğunu söylemiştim. Bunu söylerken, anlatmak istediğim, Fiesta Super2000’in, diğer otomobillerden bariz bir sürat veya sağlamlık üstünlüğü olduğu değildi. Şu an zirveye koşan Super2000 otomobillerin sürat ve sağlamlık özellikleri birbirine çok yakın. Yağız’ın otomobilinin avantajı, diğerlerinden daha iyi hazırlanmasıydı bence. Otomobillerden çok şey talep eden Boğaziçi Rallisi parkuru, bu avantajı ortaya çıkardı. Yağız’ın en büyük rakiplerinden biri olan Volkan Işık’ın Skoda’sı, Göçbeyli etabının içinde susuverdi. Ve tekrar çalışması için birkaç dakika geçmesi gerekti. Bu durum, Volkan’ın mücaedeleden kopmasına sebep oldu. Şu var ki, bu yarış, iyi hazırlanmış otomobilleri kayıran bir yarış oldu hep. Ki benzer bir durum Yağız’ın da başına geldi normal etapta yakıt alırken. Ama Fiesta sonra çalıştı ve Yağız devam etti. Volkan ve Burak’ın Skoda’ları, sanki biraz “başıboş” yarışıyorlar gibi görünüyor. Ortada bir mühendis var ama, Volkan’ın etapta stop eden Skoda’sı, faili meçhul kaldı…
Bir başka çok konuşulan konu, Murat’ın en arkadan start almasıydı. Taraflı-tarafsız herkes bir düşünce attı ortaya. İşin gerçeği şu ki, en arkadan start almak, olanı biteni görmek ve yarışı kontrol edebilmek için, evet bir avantajdı. ama sadece bu kadar… Kimse elde ettiği pozisyonu, rakiplerinin zamanlarına bakarak kazanamaz. Sonuçta o rakipleri geçebilecek bir performansı da ortaya koymak lazım. Otomobilin içinde seyahat edenler Murat ve Onur olduklarına göre, bu zamanları yapanlar da onlar. Yağmura yakalanmışlar veya yakalanmamışlar, bu mesele değil, yağmuru Metin Çeker yağdırmıyor sonuçta. Temizlenmiş yoldan gitmişler tezi de pek mantıklı sayılmaz, çünkü temizlenmiş yol ile, posası kalmış yol, farklı şeylerdir. Mantıklı olan birşey varsa, tozun çökmek bilmediği orman içi etaplarda, en arkadan start almak pek de hoş değildir. Veya eski spec bir otomobil kullanıyor olmanız. Ya da kopilotunuzun sakat bir el ile yarışmak zorunda olması. Sakatlık demişken, geçirdiği kaza sonrası parmağı kırılan Berkay’a geçmiş olsun diyorum bu vesile ile…
Sakatlıklardan ve kazalardan açıldı konu, biraz da FIA bugünlerde ne iş yapıyor diye bir bakalım… Son 5 yılda, otomobiller üzerinde yeni kurallar konuldu, sınıflar değişti, ve herşey birbirine karıştı. Şu an hangi otomobil diğerinden hızlı, kimse bilmiyor. Takımlar hangi otomobile yatırım yapmaları gerektiğini bilmiyor. Çünkü kurallar sürekli değişiyor. Super 2000’lerin yerini alan Super Production otomobiller, Super2000’leri çok zor da olsa geçmeye başladı. Gerek Mini JCW SP’nin, gerekse Ford Fiesta RRC’nin kazandıkları yarışlarda bunu gördük. Fakat sorun şu ki, FIA, hayatı ucuzlaştırmak isterken, işi çöp etti. Super2000’ler, lokal olarak WRC’lerin yerini almışlardı. Ve WRC’lere nazaran, hem satış fiyatları, hem de yürütmesi çok değil ama bir miktar ucuz idi Super2000’lerin. Sonra FIA, bir halt etti. Super 2000’lerin yerini alan Super Production’ların, WRC bazlı olması kararlaştırıldı. Sadece 20bin poundluk bir kit ile, WRC’ye dönüşebilen bir yarış otomobili, nasıl ucuz olabilir ki? Satın aldığınız otomobil, zaten bir WRC… Şu an bir Fiesta RRc veya Mini JCW SP’nin yürütme maliyeti, WRC versiyonlarını yürütme maliyetinde neredeyse farksız. Onu da bırakın, şu an bir Mini JCW’yi satın almak ve yürütmek için gereken bütçeler, eski 2 litre WRC’ler ile tamamen aynı. Eee? Hani ucuzluyordu hayat? Tam bir saçmalık… O kadar dengesiz rakamlar var ki ortada… 40bin euro verip bir C2 R2 MAX de alabilirsiniz, bir Evo 9 da… Biri Grup A, diğeri Grup N, ama hangisiyle daha hızlı gidebileceğiniz meçhul? 80bin Euro verip, bir DS3 R3T de alabilirsiniz, bir Clio R3 de alabilirsiniz, bir Evo10 da alabilirsiniz. Bunların da hangisinin daha hızlı olduğunu kimse bilmiyor… Fiyatlar, ikinci el fiyatları. Anlayan beri gelsin?
Otomobiller demişken, yazının en önemli kısmına gelelim. Bunca kural değişikliği sonunda, elimizde artık birer ölüm makinesi var. FIA kuralları, otomobilleri öyle bir noktaya getirdi ki, zamanında yasaklanan Grup B’ler’den daha tehlikeli hale geldi otomobiller. Bunu sadece WRC otomobiller için söylemiyorum. Bu yıl 11 kişi, son 2 ayda da 5 kişi, ralli sırasında hayatını kaybetti. Kaza geçiren otomobillere baktığımızda, aralarında Super2000 de var, R2 de var, Grup N de var. Buna bir son vermenin galiba tek bir yolu var. Günümüz ralli otomobillerinin viraj alma kabiliyetleri inanılmaz boyutlara ulaştı. Bunun sebebi, kuralların otomobilleri çok daha az kayar hale getirmesi. Arkası kaymayan ve çok iyi tutunan bir otomobil, etabın içinde gittikçe daha çok hızlanıyor. Çünkü kafadan kayma karakteri ile çok daha büyük riskler alabiliyorsunuz. Bu durum, dört çeker otomobiller için de geçerli. Ama sonuçta kafadan kayma eğilimli bir otomobil ile kaza yaptığınızda, arkadan kayan bir otomobil ile yaptığınız kazanın çok daha hızlısını yapıyorsunuz. Belki de artık arkadan itişli otomobillere geri dönme zamanı gelmiştir. Spektakülerlikten vagzeçmeden, süratleri düşürmenin tek yolu bu galiba. Deli gibi tutunup, bir yerden sonra yoldan fırlayan otomobiller ile devam ettiğimiz sürece, bu ölümlerin arkası kesilmeyecektir. FIA, maliyetleri düşünüp, saçma sapan ve karmakarışık otomobil kuralları üretmek yerine, bu konuya kafa yormalı. Ama yaşanan ölümler sonrasında, hala hiçbir tepki yok FIA’dan.
Son olarak, Boğaziçi Rallisi’nde Richard Burns özel ödülünü alan Buğra’yı da tebrik etmek isterim. Hayatı boyunca alacağı en anlamlı ödüllerden birini aldı Buğra. Çok büyük bir şeref…
Kocaeli Rallisi’nde sürpriz isimleri sürpriz otomobillerde göreceğiz. Hatta bazı pilotlar, otomobillerini değiş-tokuş etmiş olacaklar. Enteresan ve zor bir yarış olacak. Yarışacak tüm ekiplere bol şans ve kazasız-belasız bir yarış dilerim.
Hatalıysam: arasdincer@rallidergisi.com