Almanya ve Barum rallilerinin karmaşık, sürprizli, hatta drama dolu hikayelerinden bahsedecektim bu yazıda. Ama önce yerleri doldurulması zor kayıplarımızdan bahsedelim…
Şerif Abi, anlatması gerçekten zor bir karakterdi. Dışarıdan baktığınızda kural düşkünü, hatta aksi biri gibi görünürdü. Onu ilk kez gördüğüm Körfez Pisti’nin ilk yıllarında, bende böyle bir intiba bırakmıştı Şerif Abi. Aslında tanımayan herkes biraz çekinirdi O’ndan. Hatalı olanı güzel güzel haşlardı. Günde birkaç yarışa girecek kadar da zinde olduğu için, Şerif Abi’nin ağına çok balık takılırdı. Haşlardı ama çok da öğretmendi. Pek çok pist pilotunun üzerinde hakkı ve emeği geçmiştir Şerif Abi’nin. Ben bilmezdim o zamanlar, bu işlerin ne kadar eskisi ve ustası olduğunu O’nun. Merak ederdim bu gizemli adamı. Zamanla öğrendik büyüklerimizden. Lada Cup’tan girdi, Clio Cup’tan çıktı, neredeyse tüm üretici-ithalatçı destekli tek marka kupalarına girdi Şerif Abi. 90’ların sonlarındaki Tipo Cup, Palio Cup ve F355 Challenge zamanlarında, harbiden iyi giden ve izlenen bir pilot idi. Özellikle F355 Challenge’dan sonra Palio Cup’da, çok daha yarışçı bir Şerif Abi vardı pistte. Ki benim O’na esas hayranlık duymamın sebeplerinden biri de, F355 Challenge gibi, bir zamanların rüya, hatta ütopik sayılacak türden bir organizasyonuna girmiş olmasıydı. O zamanlar fark ettim O’nun ne büyük bir Ferrari fanatiği olduğunu. Şerif Abi, iflah olmaz bir otomobil tutkunu ve bir Tifosi idi. Bunu keşfettiğimde daha da çok sevdim O’nu. O da sağ olsun, kimseden esirgemezdi tecrübesini, bilgisini, ne de güzel anlatırdı… Bazen hiç kafam almazdı, “Bu adam gitmiş, koskoca F355 Challenge’da yarışmış, nasıl bu kadar mütevazi olabiliyor” diye şaşırırdım. Alçak gönüllükte de birinciliğe oynardı yani. Sağlığında, Mehmet (Zeytinoğlu) Abi ile birlikte, kalkıp, evime kadar gelip, Maserati’yi incelemiş, fikirlerini söylemişti… “Şurası olmamış, bunu da böyle yap… Bak git bunları İtalya’da falancadan al, var onlarda… Aferin boyası güzel olmuş” diye… Heyecanı hala tüm parlaklığıyla meydandaydı, ben “Abi yorulmayın” dedikçe, sanki ilk defa Maserati görüyormuş gibi, her tarafına eğildi, baktı, inceledi arabanın. Çok değil, daha Mart ayıydı geldiklerinde. O gün, Mehmet Abi ile birlikte üçümüz sözleştik, sahilde kahve de içeceğiz, Ferrari’den konuşacağız diye… Kısmet olmadı… Velhasıl, sadece yarışçı değil, otomobil gurmesi idi Şerif Abi. 1962 250 GTO’yu da bilirdi, 1962 Impala’yı da… Bu yüzden muhabbetine doyum olmazdı zaten. Sadece sevdiği yarışa girmezdi, yarışmayı severdi. Öğrencilerini kimse bilmez ama çokturlar. Ölüm Allah’ın emri de, o son kahveyi içemediğimiz için gerçekten üzgünüm. Kasabanın Şerif’ini bir de Mehmet Abi’den, Ethem Abi’den dinlemek lazım tabii…
Almanya Rallisi hava durumu itibarı ile her zaman sakat bir yarış ola gelmiştir. Ama bu sene sakarlar biraz fazla idi. Kaza perdesini Thierry Neuville açtı, ki yeni bir fenomenin doğmasına sebep oldu Belçikalı, ona değineceğim az sonra… Neuville’in ardından, diğer esas oğlanlardan Bryan Bouffier, Kris Meeke, Sebastien Ogier, ve tabii ki Onlar’dan asla eksik kalmayacak olan JML, ralliyi kazanmak için değil, kim daha uzağa uçacak diye birbirleriyle yarışmaya başladılar. E tabii, imamlar gaz çıkarırsa, cemaat de altını tutamaz, WRC2’den de Bernardo Sousa ve Sebastien Chardonnet, R5’lerini tıpkı abilerinden gördükleri gibi dağlara taşlara sürdüler. Arada Nasser gibi uçup çıkanları, Seb gibi uçmaya doyamayıp, ertesi gün bir daha uçanları da hesaplarsak, zarar ziyanın toplamda 5 kilo Euro banknotu civarında olduğunu tahmin ediyorum. Böyle multi kilo Euro zayiat içeren yarışlar sürprizli oluyor tabii. Geçmişte Petter Solberg, shakedown’da kelimenin tam hakkını verip, çalkalayıp yere çaldığı Impreza S10 WRC ile Almanya Rallisi’ni kazanmıştı. Bir daha böyle bir şey olamaz herhalde demişti 2003’de herkes, ama 11 yıl sonra, hem de aynı yarışta, aynısı oldu. Burada bütün kredi Hyundai Motorsport’un mekanik ekibine gidiyor tabii. Otomobili ertesi güne hazır edebilmek için 18 saat aralıksız çalıştılar, I20 WRC’yi kuru kasa yapıp, baştan topladılar. Dani Sordo da istikrarlı ve hızlı asfalt performansıyla ikinciliği kaptı. Tabii bu duble, Hyundai’nin ralliyi tercih etme motivasyonunu inanılmaz coşturmuştur diye tahmin ediyorum. Hatta sadece Hyundai’nin değil, VW’in bile motivasyonu arttı bu yarışın sonuçları ile. WRC’de uzun zamandır görülmemiş dostluklar kurulduğunu gördük servis alanında, Jost Capito gitti Michel Nandan’ı sıvazladı, kucakladı filan… Umarım, ara veren Ford ve geri dönmeye çalışan Toyota’yı da hızlandırır tüm bu olup bitenler. Birilerinin, bir şekilde VW’in elinden birinciliği alabileceği kanıtlanmış oldu. Şu an en iyi otomobili Alman’lar yapıyor olabilirler, ama rallilerde hala İngiliz’lerin kuralları geçerli. Ve birinci kural der ki: “To finish first, first you have to finish”
WRC2’de de, tıpkı genel klasman gibi, kazalar ve lastik patlamalarının etkilediği bir yarış izledik. Yarışın başlarında Chardonnet, Maurin ve Sousa çekişiyorlardı liderlik için. Önce Seb Chardonet liderdi. Yoldan çıktı. Geri geldi, ertesi gün bir daha uçtu, bu sefer geri gelemedi. Bernardo Sousa devraldı liderliği. O da önce lastik patlattı, sonra da bariyerlere vurup, amortisörünü kırdı ve yarışı bıraktı. Julien Maurin çıktı liderliğe, O da lastik patlatınca, gerilere düştü. Neticede, Panzerplatte’de lastik patlatıp, etapta durup, değiştiren Pontus Tidemann kazandı. Esas ilginç olan, Pontus etapta durup değiştirdi, ama ikinci olan Ott Tanak böyle bir şey yaşamadı. Yarış boyunca Pontus’un Ott’a, bir lastik değişimi fark atmış olması biraz fazla geldi bana. Hele ki ismi M-Sport koltuğu için telaffuz edilen bir pilotun bu kadar fark yemesi… Hatta, farkı atanın, farkı yiyene o koltuk için rakip olduğu da düşünülürse… Enteresan, buna da aşağıda değineceğim birazdan… Pontus gerçekten çok zorladı farkı kapatıp, kazanabilmek için. Bundan çıkarılması gereken ders, bir lastik patladı diye pes etmemek. Pontus ve kopilotu pes etmediler, ve kazandılar. Dün biten Lübnan Rallisi’nde Abdulaziz’in henüz ikinci etapta lastiği patladı. Durdular, değiştirdiler lastiği Killian ile. Ve 23’üncülüğe düştüler. İlk gün gazladılar, çalıştılar, 6’ncı bitirdiler günü. Ertesi gün 2’nciliğe kadar çıktılar. Bir daha patladı lastikleri. Yine durdular, değiştirdiler. 5’inciliğe düştüler bu kez. Bir daha gazladılar, ve yarışı 3’üncü bitirdiler. Bunlar olur, patlamayan lastik yok, bozulmayan otomobil de… Yeter ki fiziken ve mental olarak hazırlıklı olun. Sadece sizin lastiğiniz patlamaz. Sadece siz hata yapmazsınız. Ama bir rallide yanlızca hataya, aksiliğe, arızaya en hazırlıklı olanlar hayatta kalırlar. Hazırlık = antrenman. Antrenman da sadece yol notu yazmaktan-yazdırmaktan ibaret değildir.
Velhasıl, JML efendi son gün üzümlerin tadına bakmak istedi. Ötekilerden gördü, canı çekti herhalde. İtalyanlar der ki, “Bağından üzüm yiyen köpeği, şarap s*ç*na dek kovalarlar”. Bu son kaza vesilesi ile, JML’nın artık o koltuktan kovalanma vakti gelmiştir. Andreas Mikkelsen artık tamamdır ikinci pilot olmak için. Jost Capito pek çaktırmıyor ama sezon sonunda takımda kalabileceğini pek zannetmiyorum JML’nın. Uçmasaydı, bu yazı çok başka türlü devam edecekti, sezon sonuna kadar 4 yarışta olabilecekleri konuşuyor olacaktı dünya. Puan farkı, Seb’in bir yarışta daha yolda kalmasına bakacaktı ki, Fransız, baskı altındayken hata yapabiliyor. Ve o tek yarışlık hakkını da harcayabilirdi belki. Ama artık neredeyse imkansız. Bu saatten sonra Seb’in bir elini bağlasalar, öteki eliyle gitse, yeter şampiyon olmasına… Artık JML on tane düşeş atsa, marsı kesemez… 2015’e bakalım artık… Fin pilotların başında kara bulutlar dolaşıyor. M-Sport da, Mikko Hirvonen’i gönderiyor. Bunun sinyallerini vermişti Malcolm Wilson bir ay önce. Finlandiya Rallisi’nden hemen önce, öyle ince bir röportaj vermişti ki wrc.com’a, “Artık Finlandiya’da da bir numarasını göremezsek, Mikko’ya ancak benim Cobra’yı veririm” cinsinden konuşmuştu büyük patron. (Şair bu satırlarda, garajda duran Shelby Cobra’sından bahsediyor) Mikko Hirvonen maalesef Marcus Grönholm’den devraldığı “Uçan Fin” mirasını koruyamadı. JML korumaya çalıştı, O da yanlış anladı, “uçan” derken bunu kastetmemişlerdi… Malcolm Wilson, son derece sabırlı bir adam ama nihayetinde şu an cebinden harcıyor ve kaybedecek tek bir pound’u bile yok. Dahası, elinde Elfyn gibi bir yükselen değer var. İkinci koltuk için Ott, Pontus, Karl gibi az-çok tecrübeli ve günden güne hızlanan gençler de var elinde Malcolm’un. Ott ve Karl toprakta, Pontus ise hem toprak hem de asfaltta iyiler. Ford geri dönerse, Hyundai’nin şu an yaptığı gibi bunları dönüşümlü yarıştırabilir M-Sport. Veya en az ikisine tam takvim birer program verebilirler. Mikko Hirvonen’in önümüzdeki sezonu Toyota test etmekle geçireceğini, sonra da 2016’da Japonlar ile son bir deneme yapacağını söylüyorlar. Bu konuda Toyota ile yakın çalışan Tommi Makinen de Mikko’ya destek olmaya çalışıyormuş. Ama tabii, Tommi Makinen’in Mikko Hirvonen’e yardım edebilmesi için, önce kendi totosunu kurtarması, ve WRC takımını yürütme işini TMG’den alabilmesi lazım. GT86 ile Yaris kapışacaklar WRC rütbesi takabilmek için. TMG, GT86’ya da yanaşıyor, R3 homologasyonu ile. Ama büyük patron gitti, Makinen’in yanına bindi filan, Toyota’da işler çok karışık… Citroen’den aylar sonra ilk defa doğru bir hareket geldi, Mr. Hollywood’u etaplara geri çağırmışlar. Petter Solberg’in, bu yaştan sonra Ford’dakinden daha fazlasını yapabileceğini sanmam. Ama takımlar için iyi puanlar alacağı, otomobilin gelişimi için katkı sağlayacağı ve gereğinde takım taktikleri için önemli rol oynayacağı ortada. Artı, üzerinde ölü toprağı bulunan Citroen’e enerjisini de getirecektir ki, esas önemli olan da bu. İkinci koltuk için Petter Solberg çok iyi seçim. Gizli birinci pilot ve dünya şampiyonu olmak için Kris Meeke veya Mads Ostberg’den pek umudum yok. Seb Ogier ve Thierry Neuville’i aptal gibi elinden kaçıran Citroen, (daha doğrusu Yves Matton) Jan Cerny, Stephane Lefebvre veya Seb Chardonnet’den birine yatırım yaparsa, belki Fransızları yine zirvede görebiliriz ileride. Bu arada büyük patron Loeb’ün de, bir hatta belki iki yarış için göreve geri çağırıldığı konuşuluyor. Citroen Fransa Rallisi’nde kaybetmek ve markalar şampiyonasında Hyundai’ye geçilmek istemiyormuş.
Velhasıl, görünen o ki, kısa vadede, yani 2015’de, Andreas Mikkelsen’den başka hiç kimse Seb Ogier’ye yaklaşamaz. Mikkelsen asfaltta da hızlandı. Üstelik, Jost Capito pilotları kısıtlamıyor. Yukarıda saydığım M-Sport’un elindeki 4 pilotun Ogier-Mikkelsen seviyesine gelmeleri için, bu sezon hariç en az 2 sezon tam takvim WRC kullanmaları lazım. Hyundai yepyeni bir I20WRC’yi hazırlıyor. Eğer bu otomobil iyi çıkarsa, Thierry Neuville’in gerçekçi bir şansı olabilir seneye. Ama yeni I20WRC, Monte Carlo Rallisi’nde kapalı parkta olmayacak. Finlandiya Rallisi’ne ancak yetişir deniyor.
Barum Rally de, Almanya Rallisi’ne çok benzer bir şekle büründü. Tıpkı Almanya gibi, liderliğe kim çıktıysa, vurdu, kırdı, uçtu Çek Cumhuriyeti’nde. Hatta Almanya’da 3 lider devrilmişti, Çek’de ise 4 lider harman oldu. Yarışın başlamasıyla Peugeot’lar, yerel kahraman Roman Cresta ve yerel vasıta Skoda’nın fabrika pilotu Esapekka Lappi’yi kıskaca aldılar. İlk üç etap sonunda 208T16’lar 1-3 gidiyorlardı. Aralarında Lappi, arkalarında ise Cresta vardı. Sonra ilk günün öğleden sonra etaplarında bunların hepsi papazı buldular. Önce lider Kevin Abbring’in Peugeot’su yine bozuldu. Sonra Lappi bir kaldırıma vurdu ve arkada bir şeyleri kırdı, bıraktı. Craig Breen yoldan çıktı ve sağdan bir ağaca vurdu. Bir süre devam edebildi yola ama sonra pes etti 208. Dördüncü giden Kresta’nın da emme manifoldu kırılınca, Skoda’nın nefesi tıkandı, O da bıraktı. Daha ilk gün bitmeden hepsi telef olunca, Vaclav Pech liderliğe çıktı. Günün son lupunda Pech’e atak yapan Jaromir Tarabus da cumartesinin son etabında uçtu. Pech’e çok yakın giden bir tek Sepp Wiegand kalmıştı, O da patlak lastik ile giderken, arabanın önünde ne varsa dağıttı, zaman kaybetti. Tomas Kostka denedi bu sefer Pech’i geçmeyi. Onun da direksiyon pompası kelek yaptı, Wiegand’dan beter oldu. Herkes Vaclav Pech’e çalışıyordu yarışı kazansın diye… Velhasıl ilk günü lider kapadı Pech. Ertesi gün için sadece Kostka ve Wiegand’ın gerçekçi ama ufak birer şansı kalmıştı kazanmaları için. O da, bir dakikalık farkı kapatabilseydiler… Pazar sabahı Alman ve Kostka yine de iş başı yaptılar hem birbirlerini geçmek, hem de belki Pech’e yaklaşabilmek için. Aslında fena da gitmiyorlardı, ve fark kapanmaya başlamıştı ama bu Vaclav Pech efsunlu mudur nedir, felek yine vurdu rakiplerini. Kostka’nın Fiesta R5’inde bu sefer de motor problemi baş gösterdi. Sepp Wiegand ise 14. etapta yolda yavaş giden Robert Consani’nin arkasında mahsur kaldığı ve arkadan vurmayacak kadar kibar bir insan olduğu için yine zaman kaybetti. Nihayetinde Kostka ile Wiegand felek ile boğuşmaktan ancak birbirleriyle çekişebildiler ve Pech’e yaklaşmalarına izin vermedi şansları. Yukarıda “aksiliklere, arızalara hazırlıklı olmak lazım” dedik ama, bir taraftan da şöyle bir gerçek var: Yarış, garajda kazanılıyor. Otomobil iyi hazırlanmazsa, istersen sihirbaz ol, fark etmiyor. Sen otomobili üzmeyeceksin, ihtiyaçlarını zamanında ve doğru şekilde gidereceksin, revizyonunu, bakımını iyi yapacaksın ki, o da seni üzmesin, yolda bırakmasın. Ralliler, finişe gelebilenler arasında yapılır… Ülkemizde de zaman zaman teknik problemlerden yolda kalan iddialı ekipleri görüyoruz ve insan üzülüyor. Diğerleriyle çekişmelerini izlemek varken, çekici beklemelerini izlemek, kendiniz yolda kalmışçasına kahrediyor bazen. Yukarıda Ott Tanak’tan bahsetmiştik ve O’na tekrar değineceğim demiştim. Barum Rally’de beni şaşırtan, Fiesta R5 ile Ott Tanak’ın çok gerilerde kalmasıydı. Üstelik Almanya Rallisi’nden yeni çıkmıştı ve antrenmanlıydı. İsmi M-Sport ile geçiyor ama uluslararası kariyerinde dolu dolu 5 yılı geride bırakmış olmasına rağmen, asfaltta hala çok yetersiz Tanak. Almanya Rallisinde de, WRC2’de 2’nci olmasına rağmen, performansı ve zamanları kötüydü Tanak’ın. Rakiplerinin hataları sayesinde ikinciliğe tırmandı ve Pontus göstere göstere geçti O’nu. Asfalt bir ERC yarışında bu kadar geride kalıyorsa, WRC’nin asfalt yarışlarında sonucu düşünmek bile istemiyorum. Pontus, asfalt-toprak arasında daha dengeli ve teknik olarak da daha istikrarlı bir pilot Ott’a kıyasla.
Fotoğraflarını gördüğünüz benzer bir demir ise, sevgili dostum Ruşen Keleşoğlu’nun Peugeot 508’ine saplanmış otoyolda. Allahtan Ruşen’in koltuğuna denk gelmemiş, zira508 HDI’ın, 307 WRC kadar sağlam olabileceğini sanmıyorum. Öte yandan bu demirlerin neden hep gidip Peugeot’lara denk geldiklerini de anlamıyorum, belki sevgili Ender (Banaz) Abi açıklayabilir bunu? Yaşadığımız ülkede bu demirin, otoyolda ne aradığı konusuna ise hiç girmiyorum, “Bir başkadır benim memleketim” adlı şarkıyı söyleyerek, yazıyı burada noktalıyorum…
Hatalıysam: arasdincer@rallidergisi.com