Bu yazıyı bitireli 2 gün olmuştu, ama mübarek Cuma günü yayına vermek istedim. Malum,artık bizim camiamızda da cemaate yakın trajektuarları takip eden arkadaşlar var. Belki doğru çizgi onların takip ettiğidir diye düşünerek, ben de yazıyı cumaya denk getirdim, bakalım nasıl olacak.
Katalunya Rallisi ile, bir WRC sezonunun daha sonuna geldik. Markalar, pilotlar ve kopilotlar şampiyonları çok önceden belli olsa da, hem PWRC hem de SWRC şampiyonlarının belli olacağı yarış olması, hem asfalt hem de toprak etaplarda koşulacak olması ve yarışın içinde yaşanan pek çok olay, Katalunya Rallisi’ni oldukça heyecan verici hale getirdi.
3 gün içinde 2 farklı mevsimi yaşadı ekipler ispanya’da. Toprağın da, asfaltın da hem kurusunda hem ıslağında gazladılar, balçık çamurla boğuştular. Hava şartları o kadar değişkendi ki, İskandinav pilotlar haklı olarak “bir de kar yağsaydı keşke” diye ince ince komiklik yapıyorlardı röportajlarda. Bu hava ve yol şartları 80’li ve 90’lı yıllardaki, uzun, zorlu rallileri hatırlattı kimilerine. Yarış öncesi yapılan sıralama etabından sonra, herkes kendi tahminine göre bir takım start pozisyonları seçti. İşin komik yanı, ilk gün sonunda herkes kendisinin yanıldığını düşünüyordu seçiminde. Önden çıkanlar “arkadakilere mis gibi kanal açtık, gazladılar kanalın içinde” diye akşam servisine kadar zırladılar röportajlarda. Arkadan gelenlerin derdi ise başkaydı, “bize yol mu bıraktınız arkadaş bu ne hal” diye somurtup durdu arkacılar. Bırakın start pozisyonu seçmeyi, lastik seçiminde bile herkes kendisinin hata yaptığını düşünüyor, yumuşak seçenler “Ya bu sert takanlar nasıl böyle gidebiliyorlar” diye kafayı yerken, sert seçenler ise, “mühendisi dinledik ama hata ettik galiba, yumuşak takanlar acaip gidiyor” diye hayıflanır haldeydiler. Ama etap sonlarına geldiklerinde komik gerçek ile karşılaşıyorlardı: Şartlar o kadar zordu ki, herkes hata yapıyor, herkes zaman kaybediyor, klasman sürekli değişiyordu. Lastik, ayar, gravel crew, hepsi hikaye oldular ilk günün fırtınalı toprak etaplarında. Videoları seyretmek çok eğlenceliydi. Bütün bu polemiklere son noktayı Kral Loeb koydu. Akşam servisi girişinde elinde mikrofonla “onu taktın, bunu söktün, arkadan kalktın, nasıldı” gibi bıdı bıdılar yapan lafazan wrc.com muhabirine “ne lastiği, ne pozisyonu birader, kimse tutunamıyor ki, gidiyoruz işte gidebildiğimizi” diye kesti attı Şampiyon.
Her yarış öncesi “Ufff bu defa var ya, çok fena gideceğim” diye ortalığı velveleye veren Petter Solberg, geçen sene vurduğu kayaya bir kere daha vurdu ve artık kendisinin son kullanma tarihinin geçtiğini tasdik etmiş oldu. Tamam, kendisi bu spor için çok değerli bir şahıs şüphesiz. Ama WRC tarihinde, şampiyon olduktan 10 yıl sonra tekrar şampiyon olabilen bir pilot yok. Mr.Hollywood artık bırakıp, işine gücüne baksa, yeni pilotlar yetiştirse daha iyi olacak sanki… En son 1999 Çin Rallisi’nde iki pilotun aynı kayaya vurarak yarış dışı kaldıklarını görmüştük. Rahmetli Colin McRae ile pek de akıllı bir insan sayılmayan Thomas Radstrom, Focus WRC’leri yan yana park edip, yarışı izlemişlerdi.Bu yarışta bu filmin 3’lü versiyonunu izledik. Thierry Neuville ve Andreas Mikkelsen de, Solberg ile aynı kayaya vurup, tekerleklerini kırarak, ilk güne veda ettiler. Sanırım Mikkelsen biraz daha yol almış vurduktan sonra ama Solberg ile Neuville’in, Fiesta WRC’nin bagajına çift stepne pozisyonunda oturarak, geleni geçeni izlerken videoları var.
İlginç bir şekilde günlük güneşlik bütün rallilerde uçan JM Latvala, böyle kasırgalı, çamurlu rallilerde pek hata yapmıyor. İlk gün o da yoldan çıktı ama kocaman bir boşluğa uçtu ve sadece iki vites ufaltıp devam etti. Sonra bir türlü ülkesinde başarılı olamayan Dani Sordo uçtu. Onun uçtuğu yere Hayden Paddon uçtu, Allahtan vurmadı Mini’ye. En komiklerinden biri de, en önden start alan ve ilk defa bir WRC kullanan Hans Weisz idi. Hollanda’lı gencimizin şansına, ilk WRC tecrübesi edineceği gün, mükemmel fırtına çıktı. Vura çaka gidiyordu Hollanda’lı ama Citroen DS3 WRC inat etti, bozulmadan kırılmadan devam etti yola. Bir ara 2 tane de orta boy çam ağacını dümdüz eden Hans, yine de ilk günü bitirdi. Tam “hadi geçmiş olsun” derken, son gün uçtu, bitirdi arabayı ve kendisinden bir halt olmayacağını anlamış olduk. Başka ilginç görüntüler de vardı, mesela Cris Atkinson…. Avustralya’lı uyanık, röportajda “şanzımandan kaldık” diyor, ama arka planda Mini, sağ ön tekerleği kopuk şekilde, bayılmış yatıyor. JM Latvala, üçüncü etapta temkinliydik diyor, ama dünyayı yiyor rakiplerinden. Adamın ortası yok, ya uçuyor, ya da böyle lohusa gibi gidiyor?? Öbür tarafta, Martin Prokop, gayet güzel, adam akıllı giderken, bir etabın virajlı fly finishinde azacağı tutuyor, fly’dan geçiyor ama taklayı basıyor, O’na da geçmiş olsun. Ott Tanak da fena bir spin attı ve kocaman bir uçuruma düşmekten birkaç karış ile yırttı. Hem ilk günkü felaket etapların, hem de yarışın yıldızı ise, Finlandiya Rallisi’nde, dayısının servis verdiği Grup N Evo 9 ile Genel Klasman 13 olan Jarkko Nikara idi. Hayatında ilk defa WRC ile yarışan, Mini’yi yarıştan önce sadece 50 km kullanabilen ve bütün pilotların çuvalladığı etaplarda, asfaltta da toprakta da hem aslan gibi gazlayan hem de arabasını çiziksiz şekilde finişe 5’inci getiren Nikara, son 10 yılda patates olan Fin ekolünün, geri geleceğinin sinyallerini verdi. Üstüne üstlük, bir de ilk gün etap içinde durup lastik değiştirdi Nikara. İlk gün hatasız ilk on içinde bitirdi. Ve yabancısı olduğu asfalt etapları beklemeye başladı. PWRC şampiyonluğu için PG Andersson ile kapışan Craig Breen de inanılmaz bir performans gösterdi Fiesta Super2000 ile. Müthiş zamanları var. Maalesef rakibi Andersson, çok erken düştü oyundan, çekişemediler. Proton yerine adam gibi bir otomobil ile yarışsaydı, Breen’i çok zorlayabilirdi.
Zorlu hava şartlarının etapları kabusa çevirdiği ilk gün sonunda, akşam sevisine ulaşabilen pilotların demeçleri ise ilginçti. “Tanrım ne gündü, kariyerimin en zor günüydü, koşullar çok değişiyor çok zor, buraya kadar gelmek büyük başarıydı, aferin bize” türünden cümleler kurdu “kahraman” WRC pilotlarımız. Pardon ama, eski ralliler hep böyle şartlarda yapılıyordu? Afrika çöllerinde bir haftalık Safari Rallileri vardı. Akropol Rallisi 48 etaptı. Monte Carlo’da insanlar iki lastik patlak halde, buz üzerinde gece etabı geçerlerdi. Ben, Auriol’un, Mikkola’nın, Biasion’un, Sainz’ın, Kankkunen’in, McRaein ağzından böyle laflar hiç duymadım röportajlarda. Şartlar biraz zorlaşınca, bugünün WRC pilotları, İETT şöförleri gibi çalışma şartlarından şikayet eder oldular, hayret…
Ertesi gün asfalt etaplarda da, yağmur eksik olmadı. Dani Sordo, alışkın olduğu zeminde, hızını göstermeye başladı. Ama esas şaşırtıcı olan, asfalta yatkın olmayan İskandinav pilotların, güney Avrupalı pilotlara kök söktürmeleriydi. İlk gün pek hata yapmayan Mads Ostberg, asfalt üzerinde inanılmaz formdaydı . Belki Mikko Hirvonen’i geçemedi ama, 4’üncülük için kapıştığı Ott Tanak’ı ve Jarkko Nikara’yı alt etmeyi başardı. Tanak, Ostberg’i zorlarken bir spin daha attı, ve Ostberg’e geçildi. O spini çıkarmak isterken de bariyerlere vurdu kendini. Tanak, kendi jenerasyonundaki pek çok pilottan hızlı. Fakat henüz mental olarak olgun değil. Olgunlaştığında bir tehdit haline gelecek gibi görünüyor. Ostberg’in ise tüm kapasitesi bu. Norveç’li, çok hızlı bir ikinci sınıf pilot, daha fazlası değil. Bir başka hayret verici durum ise, favorisi olan toprak rallilerde sürekli çuvallayan JM Latvala’nın, özellikle son iki asfalt rallide gösterdiği sürat… Herkes gibi Sebastien Loeb’den dakikalar yiyen Latvala gitti, asfaltta Loeb ile en azından temasta kalabilen bir Latvala geldi. Bu yarışta asfaltta mükemmel bir performans gösterdi. Hayatında ilk defa WRC kullanan Nikara’nın da asfalt performansı, vurgulamaya değerdi. 50 km test ile, arabasını finişe çiziksiz ve beşinci getirdi, bir defa daha herkesi şaşırttı. Durup lastiğini değiştirmek zorunda kalmasaydı, podyumu bile zorlayabilirdi.
İlginç bir yarış oldu Katalunya Rallisi. Birinci ile ikinci, dördüncü ile beşinci çok yakın bitirdiler, diğerlerinin aralarında ise dakikalar var. Çok uçan olunca böyle oldu, aralar açıktı ama klasman sürekli değişti. Eski yarışlar gibiydi, keyifli oldu takip etmesi.
Son defa düzenlenen alt şampiyonalardan, PWRC’yi Guerrara kazanırken. SWRC’yi ise, bu yarıştaki müthiş performansı ile Craig Breen kazandı. SWRC kopilotlar şampiyonu, rahmetli Gareth Roberts son yarışlardan puan alamadığı için, Andersson’un copilotu Emil Axelsson oldu. Fakat yarış sonunda yaptığı açıklama ile, şampiyonun kendisi değil, Gareth olduğunu belirtti Axelsson ve herkesin takdirini kazandı.
Yarıştan birkaç gün sonra, Dani Sordo’nun Citroen’e geri döndüğü haberi geldi. Sordo’yu sürati ile koltuğundan eden Ogier, kendini Citroen’den kovdurmuştu. Şimdi Sordo kaybettiği o güzel koltuğa geri döndü, altında yine en iyi otomobil olacak. Ogier’nin altında ise bilinmezlerle dolu bir VW Polo WRC… Enteresan bir rövanş izleriz belki 2013’te. Sordo’dan hala toprakta bir numara göremedik. Lakin hızını ispatladığı asfalt üzerinde, Ogier ve Latvala’nın şampiyonluk yoluna taş koyabilir pekala. Loeb’ün işi bırakmasıyla, Yves Matton, Dani Sordo’yu transfer ederek kendini güvenceye aldı. Şimdi Citroen çadırında, bir toprakçı Fin, bir de asfalt İspanyol var ve pek de pilotaj hatası yapmıyor bu karışım. VW’deki iki şuursuzdan daha cazip görünüyor. Yves Matton’un B planı da var üstelik. Kendisi aptal değil, adımlarını sağlam atıyor. Sezonun ilk iki yarışı olan Monte ve İsveç’e Loeb de girecek. İlk iki yarış sonunda işler yolunda gitmezse, Loeb’e “Paşam bi el atıver be” diyebilecek durumda. Neden olmasın?…
Robert Kubica’nın, kariyerine ralliler ile devam edeceği haberleri konuşuluyor. Yeni yapılanan Avrupa Ralli Şampiyonası’nda Polonyalı’yı izleyebilirmişiz, öyle deniyor. Yeni ERC’nin asfalt ağırlıklı olması da, Kubika’nın en büyük avantajı olur bu durumda. Bir Formula 1 pilotunun doğal olarak asfaltta korkunç hızlı olacağını söylemeye gerek yok. Ama bu durumun WRC seviyesine yansıması bir yazı tura meselesi gibi görünüyor. Geçmişte, asfalttan gelip, toprağın tozunu atan, Ragnotti, Auriol, Loeb, Ogier gibi örnekler de gördük; Simon Jean Joseph, Francois Delecour, Gilles Panizzi, Dani Sordo gibi, asfaltı ağlatıp, gelip toprakta toz yutanları da gördük. Bunlara Formula 1 Dünya Şampiyonu Kimi Raikkonen de dahil. Kubica-WRC ilişkilendirmesini yaparken, bir durup, birkaç toprak rallide görmek lazım Polonya’lıyı.
Yeni Avrupa Ralli Şampiyonası demişken, 13 yıldır Avrupa Şampiyonası’nın değişmez markası olan Boğaziçi Rallisi, bu yeni yapılandırma sonrası bir anda tu kaka edildi FIA tarafından. Takvimde hala iki yarışlık boş yer var ve bu boşluklara toprak ralliler koymak istiyor FIA. Fakat 265bin Euro da hava parası istiyor Fransa’daki efendiler. Gönül istiyor ki, elimizde kalan tek Uluslararası yarış organizasyonu olan Boğaziçi Ralli’mizi, layık olduğu takvimden düşürmeyelim. Yeni federasyonumuzun, devletin tam desteğini arkasına alacağı konuşulmuştu seçim öncesi. Bu 265bin Euro’yu şıkır şıkır FIA’nın avucuna saymak elbette biraz gurur kırıcı olacaktır. Ama FIA ile yürütülecek iyi bir pazarlık süreci sonunda, biraz devlet platformlarının sağlayacağı destek ile, biraz şahsi ilişkilerin yardımı ile (Hani aramızda bazı FIA üst düzeyleri ile çok yakın olanlar var ya), biraz da Türkiye’nin otomotiv endüstrisi ve pazarındaki yerini koz olarak kullanarak, Avrupa Şampiyonasında kalabiliriz belki… Yerimizi kaptırmamamız lazım. Öte yandan bunu tatlı dil ile çözmeyi beceremiyorsak, veya bu parayı bütün ülkeler paşa paşa ödemişlerse, demek ki bizim de aynısını yapmamız gerekecektir. Federasyonun devletten alacağı bütçeler açıklandı. Yarışın organize edilebilmesi için de, en az bu hava parası kadar para harcanması gerektiği de bir gerçek. Devlet tarafından böyle bir ekstra kaynak yaratılabilir mi diye çalışmak lazım belki de. Sonuçta bu biraz da prestij meselesi, önümüzdeki 25 yıl içinde ülkemizde yapılması için para saçılan spor organizasyonlarına ayrılan bütçeler ortada. Derdimizi iyi anlatabilirsek, belki önümüzdeki sezon ülkemizde rüya gibi bir yarış yapılabilir.
Meçhule kalkan bir gemiye yüklediğimiz İstanbul Ralli Kupası’nın bu yıl içinde başlayıp bitmeyeceğini de düşünürsek, hem ülkemizdeki rallileri, hem uluslararası ralli şampiyonalarını bitirdik. 2012 hiç kimsenin hatırlamak istemeyeceği, uğursuz bir yıl olarak tarihe geçti. Başta Kemal Merkit olmak üzere, pek çok değerli sporcuyu kaybettik bu yıl parkurlarda. Ne kazandık peki bu sene ülkece? Bir Doğu Avrupa Ralli Kupası. Bir şeylerin işareti olabilecek bir bölgesel başarı bu. Ama bunun da ötesinde, benim gördüğüm kadarıyla, Berke’yi, Berkay’ı, Ümitcan’ı, Yiğit’i kazandık. Rallide iki, pistte iki olmak üzere, dört genç ve gelecek vaad eden sporcuyu… Yakın geçmişte yaşları hala genç sayılabilecek Yağız, Emre, Murat ve Orhan’ı kazanmıştık. Onlara hala elle tutulur bir uluslararası kariyer şansı veremedik. Verirsek, hala iyi bir şeyler yapabileceklerini tahmin ediyorum. Umarım, bu sekiz Türk pilotu, hak ettikleri şansı çok yakında bulabilirler.
Hatalıysam: arasdincer@rallidergisi.com