Aras Dinçer : Spor Kültürü, Spor Sevgisi ve Spora Saygı Üzerine

Kategori : Aras Dinçer

Biz kış uykusundayız. Ama motorsporları uyumuyor. Esapekka Lappi’nin Avrupa Ralli Şampiyonluğunu ilan etmesinin üzerinden sadece birkaç hafta geçmişken, 2015 sezonu start aldı. Eurosport’un tekrar hayat verdiği Avrupa Ralli Şampiyonası, Janner Rally ile başladı. WRC’nin de eli kulağında, Monte Carlo Rallisi’ne sadece 2 hafta var. Bizde ne zaman kış rallileri olacak acaba? 2 damla yağmur yağsa, elimiz ayağımıza dolaşıyor. Bu bağlamda TOSFED Ralli Kupası katılımcılarını içtenlikle tebrik ediyorum. Bu sene iki asfalt yarışı tamamen yağmur altında koştular. Elinden kaza çıkanlar da epey oldu ama yine de çok değerli tecrübeler kazandılar hepsi. Geçenlerde Orhan Avcıoğlu ile konuşuyorduk. “Kış aylarında yapılacak bir asfalt rallisi artık lazım Türkiye Ralli Şampiyonası’na” dedi, bence çok haklı…

Janner Rally’de Kajetan Kajetanowicz alışkın olduğu zemin şartlarında hayatının belki de en kolay yarışını kazandı. Alexey Lukyanuk, teknik problemlere çok zaman kaybetmesine rağmen, muhteşem bir geri dönüş ile, yarışı podyumda bitirdi. Mitsubishi Evo 10’daki kadar hızlı görünmedi belki ama, grup A bir otomobile alışırsa, ciddi bir potansiyeli olabileceğini gösterdi. Zaten işi sırrı da burada. Yavaş otomobil ile hızlı gitmek pek zor değil. Hızlı otomobil ile hızlı gidebilmek ve A noktasından B noktasına ulaşabilmek önemli. Lukyanuk hem hızlı hem de istikrarlı. Grup A otomobiller ile daha fazla kilometre yaparsa, eminim, Avrupa Ralli Şampiyonası’nda söz sahibi olabilecektir.

Çoğu zaman yukarıdaki gibi yarış analizleri, pilot değerlendirmeleri yapıyorum. Bu kadar kısa özet değil tabii, ama bu çerçevede oluyor genelde bahsettiklerim. Ama yeni sezonun başlangıcında, biraz yeni kurallara ve yeni otomobillere değinmek istedim. Biraz da, yurtdışında takip etme imkanı bulduğum birkaç yarıştaki gözlemlerime değineceğim.

Çağlar, Sait ve Ömer (Erdem) ile Katalunya Rallisini, Nevzat –Başkan- Aslan ile de Monza Rally Show’u ziyaret ettim. Katalunya, özellikle 50’nci yaşına basmış olması ve artık bir klasik olmasıyla, gerçekten bambaşka bir keyif verdi. İspanya’da ilk kez ralli seyrettim ve Akdeniz insanının ralliye nasıl saygı ve hayranlık duyduğunu tekrardan görme şansım oldu. Monza Rally Show’da ise, sıradan bir motor sporları sever olarak, hiç ummadığım kadar eğlence ve aksiyon buldum. Bu kadarını hiç beklemiyordum, ama her ülkede yapılması gereken türden bir organizasyonmuş meğer Monza Rally Show. Yarışması da eminim çok keyiflidir, ama sadece seyretmek bile büyük zevk idi. Aşağıda, satır aralarında bu iki yarıştan turist olarak izlenimlerime değinmeye çalışacağım.

Otomobillerden başlayalım. Rallide Fransız ekolünün varlığını hiçbir allahın kulu inkar edemez. Gerek otomobil tekniği, gerekse pilotaj kumaşı açısından Fransa, ralli sporunda geçmişin ve bugünün papazlarından biridir kesinlikle. Yeni kurallar çerçevesinde, 3 büyük Fransız markası, 3 iddialı otomobil çıkardı parkurlara: Citroen DS3 R5, Peugeot 208 T16 ve yeni Clio R3T. Katalunya Rallisi’nde ve Monza Rally Show’da bunları yakından izleme fırsatım oldu. Gerçi 208 T16’nın pek de iyi bir repütasyonu olmadığını biliyorduk, sürekli çıkarttığı motor ve elektrik arızalarından ötürü… Yine de, bu otomobillerin performans potansiyellerini yakından görebilmek keyifli ve bilgilendirici oldu.

İlk önce şunu söyleyeyim, çoğunuz bilir ki, Fransız ralli otomobilleri, kulağa hoş gelen motor sesleriyle ünlüdür. Üzülerek belirtiyorum ki, bu üç yeni Fransız savaşçısında, motor sesi namına umduğunuzu bulamayacaksınız. Yeni Clio R3T’den ses mes çıkmıyor. Otomobil o kadar sessiz ki, bazen şanzımanın sesi, motor sesini bastırıyor. Tıpkı bir Grup N otomobilde olduğu gibi, sadece ALS’nin ufak tefek patırdamaları var, o da öyle gümbür gümbür değil. Clio’yu seyrederken gözünüzü dört açın. Siz anlamadan geçip gidebilir, geldiği duyulmuyor kesinlikle. DS3 R3T böyle sessiz değil mesela. Fakat Clio R3T, DS3 R3T’den gözle görülür bir şekilde daha iyi yürüyor. Ses-seda yok ama yürümesi bariz şekilde iyi Citroen’den. Bir Grup N Subaru kadar iyi yürüyor diyebilirim. Ancak yeni çıkan DS3 R3T Maxi yoktu Monza’da. Sanırım Citroen, Renault Clio’ya cevap olarak çıkardı bu Maxi R3T’yi… R5’lerde de sesler bir tuhaf. Aynı motoru paylaşan 208 ve DS3’ün sesleri birbirinin aynı. Ve hiç abartmıyorum, Bağcılar Sanayii Sitesi’ndeki herhangi bir egzozcunun yapacağı bir egzozdan bile çok daha güzel ve akustik bir ses çıkabilir. Bazılarınız bu ifadeyi abartılı, hatta saçma bulabilirsiniz. Ama bu otomobilleri etapta gazlarken dinlediğinizde, ne demek istediğimi anlayacak ve bu yazıyı hatırlayacaksınız. Hayatımda ilk defa bir ralli otomobilinin sesinden kulaklarım rahatsız oldu. R5 sınıfındaki rakipleri Ford Fiesta’nın motor sesi çok daha güzel Fransızlardan. Yürüme işine gelince, üçü de sanki tornadan çıkmış gibi, eşit performans gösteriyorlar. Skoda ve Mitsubishi’nin de katılımlarıyla R5’de çok güzel rekabetler izleyeceğiz gibi görünüyor.

“Bu performansları nasıl ölçtün biçtin, gözünde dinamometre mi var” diye soranlar olacaktır. İşte geldik, Monza Rally Show’un alameti farikasına… Monza’da öyle bir yarış akışı var ki, ralli kurallarının geçerli olduğu bir pist yarışı seyrediyorsunuz adeta. Yaklaşık 9 kilometrelik bir parkur var pist üzerinde. Bu parkurda turlayarak koşuluyor etaplar, tur sayısına göre etap ismi değişiyor. Startları ve finişleri farklı yerlerde. Sadece yol notunu okumak değil, turları saymak da kopilotun işi. Etap, pist üzerinde, ama bariyerler ile şekillendirilmiş durumda. Yani öyle 6’ya takıp gidemiyorsunuz. Lakin, neticede bir pistte yarıştığınız için, Aston Martin veya Ferrari ile yol notu çıkaran tipler görebiliyorsunuz mesela. Biraz kalburüstü bir katılımcı profili var yani.

Otomobiller grup grup çıkıyor. Önce klasikler, sonra R3T’ler, sonra R3’ler, sonra R4’ler, sonra Super 2000’ler, sonra R5’ler, sonra 2 litre WRC’ler ve en son 1.6 litre WRC’ler çıkıyor. Başka sınıf yok. Ama gerek güç farkları, gerekse uzun etaplarda çok tur atmalarından dolayı, gruplar ve otomobiller birbirine karışabiliyor ve etapta trafik oluşabiliyor. Bu trafik tabii ki ekiplerin pek hoşuna gitmiyor ama seyirci için müthiş eğlenceli. Öyle acayip trafik grupları oluyor ki, “bir dahaki turda bakalım hangisi önde gelecek” diye rallide alışkın olmadığımız türden muhabbetler dönüyor seyirciler arasında. Önünüzdeki el freni ile dönülen dar sağ-sol U virajlarda peşpeşe 1973 model bir Porsche 911, arkasından bir Impreza WRC, onun arkasından DS3 R5, ondan sonra Fabia Super 2000, peşinden bir Lancia 037, arkasından bir Fiesta WRC derken, hangisine bakacağınızı şaşırıyorsunuz. Biri spin atıyor, öteki ona takılıyor, arkadan gelen aradan geçip gidiyor filan, rallikros-pist-ralli kırması bir iş bu. Ama seyretmesi müthiş eğlenceli. Gece etaplarını izlerken, sanki Le Mans seyrediyormuş gibi bir his uyandırıyor insanda. Bir başka güzel yanı da, otomobiller birkaç saniye ara ile, hatta bazen yan yana geçtikleri için, performansları hakkında çok net fikir yürütebiliyorsunuz. İşte yukarıda söylediğim “Gözünde dinamometre mi var” sorusunun cevabı bu. Dinamometreye ihtiyaç yok, zaten her şey ortada. Hem farklı sınıflardan otomobiller, hem de aynı sınıftan farklı markalarda otomobiller peş peşe, burun buruna geçebiliyor önünüzden. Tabii, Andreucci, Rosetti, Pedersoli, Kubica, Aghini, Galli gibi pilotların kullanımları ile diğerlerinin farkları var. Ama salt güç gerektiren noktalarda da seyrettik Nevzat ile, bir taraftan da dikkat ettik, enteresan şeyler gördük.

Mesela, R5’ler, evet Super 2000’lerden bir lokma daha güçlü. Ama arada pilotaj ile kapatılamayacak kadar bir fark yok. Yine de R5’ler biraz güç avantajına sahip. Kendi içlerinde hiçbir farkları yok, Peugeot da, Citroen de, Ford da, sanki sözleşmiş gibi, milimi milimine aynı güce sahipler. Super 2000’lerde de aynı durum geçerli, tabii Grande Punto’ları saymazsak… Fabia, Fiesta ve 207’lerin performanslarında gözle görülür bir fark yok. Clio R3T’nin sesi çıkmıyor, ama müthiş yürüyor. DS3 R3T’den bariz daha güçlü. Eski Clio R3’ten de çok farklı yeni Clio. Esas, R4’lere şaştık kaldık. Malum, R4 sınıfı ölü doğduğu için, WRC ve ERC yarışlarında pek tercih edilmiyor. Şimdiye kadar gittiğim yurtdışı yarışlarda R4 ile yarışana da pek rastlamamıştım. Açıkçası ben tüm R4’leri, Burak Çukurova’ya gelen otomobil gibi zannediyordum ki, o Mitsubishi’yi birkaç kez izledim ve Grup N’den pek de farkı yoktu. Fakat İtalya’daki R4’lerin içine adeta Ferrari kaçmış. Nasıl yürüdüklerini görünce inanamadık. Eminim, ETS, VP gibi çok kaliteli benzinlerle yürüyorlardır ama o cüssedeki Mitsubishi’lerin, Subaru’ların öyle gitmesi hakikaten çok acayip idi. Ne R3’ler, ne R3T’ler hatta ne de Super 2000’ler yetişebiliyor R4’lere düzlüklerde. Tabii frende ve virajda işler değişiyor ama güçleri inanılmaz İtalyan R4’lerinin. Ama ben en çok, 2 litre WRC’ler ile, 1.6’ları yan yana izleyince üzüldüm. Kelimenin tam anlamıyla, 1.6’ların kanı çekilmiş. 2 litrelerdeki ses, tork, viraj çıkışındaki güç, hatta drift atarken ki canlılıktan eser yok 1.6’larda. El freni çekince motorun devirden düştüğü ve acı çektiği çok bariz görülüyor 1.6’larda. Bunun benzerini, Katalunya Rallisi’ndeki zorunlu donut noktalarında görmüştük. Pilotların gaza sonuna kadar bastıkları çok belli, hiç kesinti olmuyor seste. Ama otomobil döndükçe devir düşüyor. Bu durum, 1.6 WRC’ler daha yavaş otomobiller anlamına gelmiyor belki, ama seyir zevki açısından 2 litrelere göre çok fakir kaldıkları aşikar.

Otomobillerde hikayeler böyle, ama bir de işin kültür kısmı var ki, otomobiller fasa fiso kalıyor kültürün yanında. Valentino Rossi, Ken Block ve Robert Kubica’nın sabit bir 40bin kişilik seyirci kitlesi olduğu söyleniyordu. Hakikaten de, pistteki koskoca tribünler doldu, bu kadar dolacağını hiç sanmıyordum. Padokta, servis alanında adım atacak yer yoktu. Ken Block’a muazzam bir ilgi var, beğenseniz de beğenmeseniz de, adam motor sporlarının yayılıp sevilmesinde en büyük etkisi olan isimlerden biri şu an. Girdiği her ralli, her kros ihya oluyor. Bir şapka dağıtmaya çıktı, kazara oradan geçiyorduk Nevzat ile, izdiham oldu, ezildik arada. Kubica’nın da müthiş bir hayran kitlesi var, kırkı yıllık ralli pilotu gibi itibar görüyor. İtalya’da seveni çok. Hele Valentino Rossi’ye peygamber gibi tapıyorlar. Normal etapta yolunu kesmek için, bütün gece bekleyenler vardı sokaklarda. Böyle bir sevgi olamaz. Bir grup gördüm, gece karanlığında normal etaptan gelen her yarış otomobilinin önünü kesip, Rossi mi diye bakıyorlar, sonra gönderiyorlardı. Rossi gelince ne yaptılar bilemiyorum, düşünemiyorum. Piste giden ana cadde yaklaşık 2 kilometre uzunluğunda. Bu 2 kilometreyi geçip, arabayı park edip, kapıları kilitlemeniz bir buçuk saat sürüyor. Servis alanında satış dükkanları, ralli fuarı, partiler gırla gidiyor.

Tabii, bütün bu ilgi, sevgi ve otomobil kültürü, serada yetişmiyor domates gibi. Bu pist 1922 yılında yapılmış. Kentin büyük parkının içinde yer alıyor. Bu park o kadar büyük ki, koskoca Monza Pisti’nin yolları, parkın yüzölçümünün ancak %7’sini kaplayabiliyor. Orada Andreucci gazlarken, Focus WRC geçerken, motor sporlarıyla ilgilenmeyen insanlar yürüyüş yapıyor, koşuyor, bisiklete biniyor, köpek gezdiriyor, hatta parkın başka köşelerinde moto kros yapılıyordu. Yarışla ilgilenmeyenler ilgilenenlere, ilgilenenler ise, ilgilenmeyenlere saygılı. Orası bir park çünkü. Her türlü spor yapılabiliyor. Ama 1922’den beri motor sporları da yapıldığı için, bir kültür oluşmuş. Üstelik parkın içine bu pisti yaparken doğal dokuya da zarar verilmemiş. Yıllar içinde pisti modernleştirmiş olmalarına rağmen, ne bir ağaç kesmişler, ne de başka alanlara tecavüz etmişler. Yosunlara bile dokunmamışlar. Çevre dokusu 1922 model, ama pist, 2015 standartlarında.
Sevgi ve saygının olmadığı hiçbir spor, bulunduğu ortamda yaşayamaz. Rally Şile’de karşımızdan minibüs geldi. Önce yanından geçtik gittik. Sonra güldük geçtik. Ne acı… Orada spor yapılıyor ve o adam bunu zerre kadar umursamıyor. Katalunya Rallisi’nde iki seyirci etabı yapıldı. Biri Barselona’yı felç etti, diğeri Salou’yu. Bir allahın kulu ne isyan etti, ne itiraz etti ne de sorun çıkardı. Hele Salou’daki etap, günlerce kurulu kaldı. Bütün sokaklar kapatıldı yarış günü. Hiç abartmıyorum, Pizza yerken, karşımızda Real Madrid-Barselona maçı oynuyordu barkovizyonda. Kaldırımın hemen kenarından da seyirci etabında gazlayan WRC’ler geçiyordu aynı anda. Kimileri maçı izliyordu, kimileri otomobillere bakıyordu, kimisi de sadece pizzasını yiyordu. Ne esnaf isyan etti, “önümüzdeki yol kapatıldı, müşteri gelmiyor” diye, ne maçı izleyen adam “ne bu gürültü be” diye yola sandalye attı… Çünkü spora saygı duyuyorlar. Ve biliyorlar ki, aslında ralli, altın yumurtlayan tavuk… Gittiği bölgeyi ihya eder, turist getirir.

Tabii burada spora, sporcuya, seyirciye ve hatta seyretmeyene bile saygı duyulan bir ortamdan bahsediyoruz. Adamlar restoranların hemen yanına seyirci etabı yapmışlar. Beton zemini toprak ile örtmüşler, daha spektaküler olsun diye. Ama bunu yaparken, kalkacak tozu da düşünmüşler, tozutmayan bir toprak zemin oluşturmuşlar. Saygı bekliyorsanız, önce saygı göstereceksiniz. Orada yemeğini yiyen adamı toz içinde bırakmıyor otomobiller. Ama kaya kaya gidiyorlar, çünkü zemin toprağa çevrilmiş. RACC’nin alt yapıdan pilot-kopilot yetiştirmek için 24 tane yarış otomobili varmış. 12 Fiesta R1, 12 Fiesta R2. Tek marka kupalarında yıldızı parlayan gençleri R1’lerde yarıştırıyorlarmış. Ertesi sene R1’lerden R2’ye terfi ettiriyorlarmış. 2 sene zarfında başarılı olanları RACC önce ulusal, iyi giderlerse de uluslararası platformda destekliyormuş. Örnek mi, geçmişte otomobilinde RACC yazan İspanyol pilotları sayın bakalım. Xavi Pons, Dani Sola, Dani Sordo, Yeray Lemes…

Bunca lakırdının temelinde yatan bir gerçek var: Yaptığımız sporun değerini arttırmak ve yaygınlaştırmak istiyorsak, spor kültürü yaratmak ve bu kültürü yerleştirmemiz şart. Ama spor kültürünü, ancak karşılıklı sevgi ve saygı ile yaratabilirsiniz, yoksa kimseye durduk yerde bir şey yerleştiremezsiniz.

WRC’deki yenilikler bakalım bu sezonu daha renkli kılacak mı. Paddle shift kumandalı şanzımanlara tekrar merhaba deyin. Bu sistemde tecrübesi olan sadece iki takım var, Citroen ve M Sport. Bakalım diğerleri kolay adapte olabilecek mi, yoksa teknik arızalar mı izleyeceğiz. FIA, bazı parçaların minimum ağırlıklarını düşürdü. Böylece ağırlık dengelemesini iyileştirmek için daha da fazla fırsat bulabilecek mühendisler.

Volkswagen ve Citroen 2015’e, 2015 spec yeni otomobilleri ile giriyorlar. Özellikle DS3 WRC, epey geliştirildi deniyor. Artık yepyeni bir motoru var, C-Elysee WTCC otomobilinin motoru, bundan böyle DS3 WRC’de çalışacak. Süspansiyon tarafında da epey gelişim kaydedilmiş. Hatta sezon ortasında bir 2015 buçuk DS3 WRC görecekmişiz. Başka süspansiyon numaraları ve yeni bir body kit gelecekmiş DS3’e. Citroen Racing’deki arkadaşlar nihayet pistten kafalarını çevirip, ralli otomobiline el atmaya karar vermişler, çok zahmet oldu… Polo WRC de, yeni versiyonu ile geliştirilmiş, artık daha nereye ne geliştirdilerse… 2015 spec Ford Fiesta WRC’yi ancak Portekiz Rallisi’nde görebilecekmişiz. Hyundai ise, şimdiden eskiyen I20 WRC’nin geliştirilmiş versiyonunu, sezonun ilerleyen yarışlarında çıkaracakmışmış. Biz yeni I20 WRC’yi bekliyorduk gerçi ama… JWRC, DS3 R3T’den, DS3 R3T Maxi’ye terfi etmiş. RGT sınıfı da, ilk defa bu sezon FIA WRC seviyesinde bir şampiyonaya dönüşüyor. 3 adet Porsche Monte Carlo’da gazlayacaklarmış. Murat Doğral girse de, hepsine bir döşese, ne güzel olur…

Bu sezon nihayet, şu otomobilin içine ara zaman verme işini yasakladı FIA. Bunu nasıl kontrol edebilecekler bilmiyorum ama, çok isabetli bir karar. Artık herkes risk alarak yarışmak zorunda, yatmak yok. Yeni bir start sıralaması kuralı geldi. İlk iki gün mevcut puan sıralamasına göre, son gün ise, tablonun tersine göre yola çıkacak ekipler. Özellikle asfalt yarışlarda çok eğlenceli olabilir bu sistem. Ama topraklarda yeterince adil mi… Pazar günleri çok kısa etap kilometresi geçiliyor. İlk gün düz, ikinci gün ters, son gün tekrar düz start alınsa, daha adil olurmuş sanki…

Şubat ayında, sevgili patronlar Çağlar, Sait ve eski tüfeklerden Murat Apaydın ile birlikte Avrupa Ralli Şampiyonası’nın ikinci ayağı olan, Letonya’daki Rally Liepaja’da olacağız. Bakalım daha neler görüp, bir yaşımıza daha gireceğiz…

Hatalıysam: arasdincer@rallidergisi.com