Bugün 8 Ocak 2012. Yeni yılın ilk yazısını, İstanbul Kupası’nın son yazısını yazmak için biraz geç oldu belki. Fakat son yarışta yaşadığımız üzücü kaza sonrası bir durup, düşünüp, öyle yazmayı istedim. Durup düşünürken de, aşağıda bahsedeceğim tuhaf gelişmeler oldu yeni yılın hemen öncesi ve hemen sonrasında.
Önceliği, sporun gerçeklerine, çekişmesine, güzel tarafına verelim, yani İstanbul Ralli Kupası’na… Yaklaşık 6 yıldır yazı yazdığım rallidergisi’nde, hep aynı klişe ile başlardım yılın son yazısına: “Hayırlısıyla, kazasız belasız bir İstanbul Ralli Şampiyonası’nın daha sonuna geldik”. Bu sene biraz farklı olacak giriş. Kazasız-belasız ve maalesef sakatsız gelemedik işin sonuna. Üstelik ismi de değişti yaptığımız yarışın, “kupa” oldu. Bu defalık böyle olsun diyelim ve girişi şöyle yapalım o halde: “İlk İstanbul Ralli Kupası nihayete erdi”. 10 yıldır olduğu gibi, ralli sezonunun noktasını yine İSOK koydu. Hatta sadece Türkiye’de değil, muhtemelen tüm Dünya’da da yılın son rallisini İSOK yaptı herhalde? Noel zamanı ralli yapan bir biz vardık, bir de Katar bildiğim kadarıyla. Katar’daki ralli cumartesi akşamı biterken, yılın -herhalde- son finişini Pazar akşamı İSOK yaptı. Yeni ismiyle İstanbul Ralli Kupası, organize edildiği tarihler itibarı ile, bu yılın da kapanış galası haline geldi. Kazanana “şampiyon” dememiz sakıncalı… İnternetsiz geçen çocukluğumuzun yegane haber kaynakları olan “Ralli Dünyası” ve “Otomobil Magazin” dergilerinde “İstanbul Efendi’leri” denirdi kazananlara eskiden. Yine öyle diyelim, Osman ve Burak son yarışta, müthiş bir çekişmenin içinden çıkardılar birinciliği.
İşin güzel yanı, Osman ile Hakkı arasındaki mecburi çekişmenin içine Mendo ile Ben ve Özen ile Özden de burnumuzu soktuk. Hatta öğlen servisine bu dört ekip, 4 saniyeden az bir zaman dilimi içinde geldik. Osman-Burak ve Hakkı-Hakan, unvan derdindeyken, Mendo, Ben, Özen ve Özden de, yarışı kazanarak prestijimizi kurtarmak peşindeydik. Osman, Hakkı ve Menderes’in Karadeniz’li olmaları da, olaya bir fıkra boyutu kazandırmıştı hatta.
Lazların çarpışması için herşey hazır gibi görünüyordu fakat herkesin çok sevdiği Cumhuriyet etabı, bu sene bizlere kötü sürprizler hazırladı. Önce ilk geçişte Adil, izleyenlerin gözlerini fal taşına dönüştüren bir yoldan çıkış yaşamış seyircili kavşakta. Sonra da biz, malum olayı yaşadık.
Oysa yarışa başlarken Menderes ile türlü totem yaptık. Serkan Duru’nun iki sene önce hediye ettiği ve bize uğur getiren kamu çalışanı montlarımızı giydik. Annelerimizin deyimiyle, kahvaltımızı güzel yaptık. Normalde herşeyimizi 30 kere kontrol ederiz, bu defa 32 kere ettik. Bize hep iyi zamanlar yaptıran ve bugüne dek patlatmayı beceremediğimiz tek ralli lastiği olan Pirelli K6’larımızı taktırdık. Hatta yarış başlamadan önce, İstanbul Müftülüğü ekibi Serhat Keskin-Bahadır Gücenmez ikilisinden, ralli sporunda lazım olabilecek bütün sureleri öğrendik ve vallahi hepsini okuduk. İlk etabın startına saniyeler kala, Mendo hala okuyup üflüyordu. Ama tüm bu çabalar, peşimizdeki uğursuzluk bulutlarını ancak 2.5 etap defedebildi. Öğlen servisine genel klasman lideri olarak girdik ve hemen arkamızdaki üç Mitsubishi ile top tüfek birbirimize girmek için, 2. Cumhuriyet’in startını aldık. İlk geçişten daha yüksek tempoda ve daha hatasız bir sürüş ile, yoldan çıktığımız yere kadar, Best time yaptığımız ilk geçişimizden yaklaşık 7 saniye daha iyi geldiğimizi gösteriyor kamera. Ne ki, fren pedalı üzerindeki üç kuruşluk bir parçanın iş güzarlığı sebebiyle, bütün durma kabiliyetimizi kaybettiğimizde, süratimiz yaklaşık 140 km idi. Ne durabilirsin, ne dönebilirsin durumuna geldiğimizde, karşımızdaki seyircilerle aramızda yaklaşık 3 saniyelik mesafe kaldığını gösteriyor kamera. O üç saniyeden kısa sürede onlar kaçmaya, Menderes de aralarından geçecek bir boşluk ayarlamaya çalıştı ama maalesef İzmit gözetmen’lerinden Sedat Süleymanoğlu’nun sol bacağına hafif de olsa vurmaktan kaçamadık. Tabii bize göre hafif olan o vuruş, Süleyman’ın kaval kemiğini kırmaya yetti ne yazık ki. Sonrasında derhal yarışı bıraktık ve etabın durdurulup, ambulansın gelmesi için görevlileri devreye soktuk. Sedat, gözetmenlikte henüz bir yılını bile doldurmamış, ama otomobil sporunu hakikaten çok seven bir gözetmen. İşini severek yaptığı her halinden belli. Hastanede yanına girdiğimizde yüzü gülüyordu. Ne bize ne de görev yaptığı spora karşı en ufak bir şikayeti veya serzenişi olmadı. Geçtiğimiz hafta bir operasyon geçirdi ve şu an iyileşiyor. Sporu bu kadar çok seven insanların önce bulunması ,sonra da eğitilip uzmanlaştırılması lazım işte. Bu noktada yetkili mercilere düşüyor görev. Bu arada kazanın hemen sonrasında TOSFED yetkililerinin hemen devreye girerek hem hastanede hem de jandarmada konuyla alakadar ve bizlere yardımcı olmaları çok önemliydi.
Yeri gelmişken, bu yaşanan musibetten dolayı bazı uyarılarda bulunmakta fayda var. Özellikle U virajlarda ve kavşaklarda yolun dış tarafında duran sayın seyirciler… Bu ralli otomobilleri, ruhlarını şeytana satmış varlıklardır, hepsi azrailin birer makam arabasıdır. Bunların frenleri her zaman en olmadık yerde patlar, koca arazi varken tutar sizin üzerinize doğru uçarlar, taş atarlar, sakatlanırsınız vesaire… Siz siz olun, kavşaklarda, fren güzergahı üzerinde durmayın. Çünkü gerek pilotaj hatası, gerek teknik bir problem olsun, yoldan çıkma anında, seyircilerde panik oluyor ve insan kaçamıyor. Şurada bir avuç gerçek ralli seyircisisiniz, sizlere gelebilecek bir zarar, en fazla bizleri üzer.
Maalesef bu yıl Kocaeli Rallisi’nden beri şansımız hiç yaver gitmedi Menderes ile. Çok sevdiğimiz ralli sporu bize bu sene sık sık Zeki Müren’in “Hem aşkımsın, hem de bitmeyen çilem” şarkısını söyletse de, 2012 için planlarımız yok değil. Biraz da İstanbul Ralli Kupası’nın başarı hikayelerine göz atalım. Öncelikle Sınıf 9 ekiplerine birer tebrik yollamak lazım. Tibet hariç, hepsi de emektar ve kabiliyeti kısıtlı Palio’lar ile, üç yarışta da çok yakın rekabete girdiler. İçlerinden saf sürat olarak öne çıkanlar Yıldıray ve Yiğit oldu. Görüntülerine baktığınızda ikisi çok farklı kullanıyorlar. Yıldıray çok temiz, sakin ve otomobili ileriye götüren bir pilotaja sahipken, Yiğit’in görüntüleri korku filmi gibi. Fakat ikisi de yaklaşık aynı zamanları yapıyorlar. Sınıf 9’u ikisi de kazanamadı ama, potansiyellerini gösterdiler. Sınıf 9 demişken, Tibet’i sınıf 9 birinciliği için tebrik ediyorum ve kendisini amatörlerin Ercan Kazaz’ı ilan ediyorum. Copilotu Gökhan Saraçoğlu’nu da yeni nesil Cem Bakançocukları yaptım, camiamıza hediyem olsun… Micra’dan inip Fiesta’ya binen İlhan ve Sedat yine tempolu gitmişler. Fiesta ile çabuk kaynaştılar, açıkçası güçsüz bir otomobille iyi zaman yapan çoğu ekip, daha güçlü otomobiller ile aynı tempolara çıkamıyorlar. Ama İlhan barajı geçti aldığı sonuçlar ile. İki çekerin kafaya giden iki ekibinden biri olan Ferhat ve Burak da, sadece saf süratin yeterli olmadığını, sabırlı ve istikrarlı yarışmanın da en az sürat kadar önemli olduğunu hem anladılar, hem gösterdiler. Daha önce kuyruksuz uçurtma gibi yarışan ve sürekli sorunlar yaşayan bu ikili, üç yarışta da, otomobillerinin ve kendilerinin limitlerini aşmadan, ama asla belli bir temponun da altına düşmeden yarıştılar ve hak ettikleri 2 çeker birinciliğini kazandılar. Murat Günarslan, ilk yarıştaki performansını sonraki yarışlara taşıyamasa da, pilotaj olarak bir kademe daha atladığını gösterdi. Copilotu Erhan’ın da bu sporda önü açık, iyi gidiyor… Yine de, kullandıkları otomobilleri düşünürsek, iki çeker pilotlarının en hızlısı bence Tezcan idi. Artık Grup N Fiesta ile bir işi kalmadı bence Tezcan’ın. Berkay’ın iki çeker iddiası, son yarışta tarumar oldu. Yine de Punto Super1600 ile yaptıkları, takdire şayandı. Fakat aşağıda bahsedeceğim son yarıştaki hikayesi, Berkay’ın etaptaki performansını gölgeler nitelikteydi maalesef. Kötü şans, kem talih ve perişanlık konusunda bizimle yarışabilecek tek isim olan Kemal Gamgam’a da buradan geçmiş olsun diyorum.
Sporun gerçeklerinden, güzelliklerinden basettik, biraz da gerçek olmasını istediklerimizden, olumsuzluklardan, hatta yer yer çirkinliklerden bahsedelim ve bunların yeni yılda ortadan kalkmasını dileyelim. Eğri oturalım doğru konuşalım, sporun güzellikleri kadar, bağırsaklarımızdaki kötülüklerin de farkına varalım. Herkese mavi boncuk dağıtımı burada yapılmıyor, facebook’a veya başka sitelere başvurunuz.. .
Yılbaşı arefesinde, Türk otomobil sporunda senelerdir takım olarak yer alan büyük bir otomotiv firması, abuk subuk, saçma sapan bir sebeple manşetlik oldu ve aforoz edildi ülkemizde. Özürler, gazete ilanları ve basın toplantılarıyla geçen bir süreç sonunda, Borusan da tiksindirildi bu spordan. Baş örtüsüydü, mini etekti, o kesimdi, bu ırktı derken, sonuçta yine taşın altından otomobil sporu çıktı Türkiye’de. Bunun gerçek sorumluları artık her kim ise, yıllarca geriye götürdü Türkiye’deki otomobil sporunu…
Bizim bir Türk otomobil markamız yok. Lisanslı üretim yapan otomobil fabrikalarımız ve marka temsilcilerimiz var Türkiye’de. Bunlardan zaman içinde Türk otomobil sporunda fiilen yer almış, rallilerde ve pistlerde kendi ismi altında kayıt yaptırarak yarışan veya cup şeklinde pist yarışları organize eden-ettiren markalar alfabetik sıra ile şunlar: Anadol, BMW, Caterham, Citroen, Fiat(Tofaş), Ford, Lada, Hyundai, Nissan, Opel, Peugeot, Renault, Seat, Skoda, Subaru, Porsche ve Volkswagen. Bir de Arkas Otomotiv var. Bu 18 firmanın kaç tanesi şu an resmi olarak Türkiye’de bir yarış takımına sahip? Üç…
Kapatılan Anadol’u saymazsak, çok sağlam temeller üzerine kurulu Castrol Ford Team Türkiye, yıllar önce rahmetli Kemal Uludağ’ın çabalarıyla doğan, ve bugün Burak Çukurova’nın eforları ile yeniden canlanan Skoda Yüce Oto takımı ve yıllardır devam eden Borusan’ın BMW pist takımı dışında, otomobil sporuna devam etmek isteyen kimse olmamış. Sadece Borusan ve diğer otomotiv şirketleri değil, nice büyük kurumlar ve otomotiv firmaları geldi geçti bu spordan, sponsor olarak. Burada hepsini saymak abes olur ama Türkiye’nin sektöründe önde gelen birçok firması irili ufaklı operasyonlarda bulundu parkurlarımızda. Ve hepsinin de arkalarına dahi bakmadan kaçıştıkları günleri gördük sonunda. Borusan ve diğerleri, geçmişleri ve bugünleri ile saygın ve referans birer kurum olduklarına göre, sponsorluk için kapısı çalınan ve bu olaylara şahit olan hangi şirketin yöneticisi “Bunların alayı iyi aile çocuğu, yarın öbür gün benim de başımı derde sokar bunlar” derse, haksız sayılır? Onlar için hepimiz potansiyel birer problem makinesiyiz…
Yukarıda adı geçen markaların ve Türkiye’de motorsporlarına sponsorluk yapmış büyük firmaların hangilerinin yöneticileri, iş çevrelerine otomobil sporları sponsorluğundan uzak durmalarını tembihliyor acaba, bu hiç araştırılmış mıdır? Ciddi ciddi bir araştırmadan bahsediyorum. Sporda her şeyin yolunda gitmesini sağlamakla yükümlü Federasyon, neden bir toplantıya davet etmiyor bu markaların yetkililerini? Mümtaz Başkan, 2 saatte randevuları aldırır asistanlarına, görüşmeleri de en fazla 2 haftada bitirir. Sizi bu işe kim soktu kim çıkardı, nasıl sokup nasıl çıkardılar, anlatın dense, herkes eteklerindeki taşları dökse, gerçekler ortaya çıksa, bu bir rapor halinde spor kamuoyu ile paylaşılsa, herkes TOSFED’i takdir etmez mi? Açıklansa, “Böyle böyle konuştuk, bu sonuçlar çkıtı” diye. Kaybedilen otomobil firmalarının ve diğer kurumsal firmaların yetkililerinden kaç tanesi finansal sebeplerle çekildiklerini söyler acaba? Kaç tanesi “bizim bir kulak arkamız kaldı, orayı da zor kurtardık” der? Sporun geleceğine dair, bundan önemli araştırma olabilir mi? Bu sporun her yıl neden daha çok kan kaybettiğinin cevapları böyle bir araştırmada ortaya çıkmaz mı?
Fabrika takımlarının ve yarı resmi takımların sudan sebepler veya art niyetli yaklaşımlar ile kaybedilmemesi lazım Türkiye’de. Onlar çok önemli, çünkü bir pilot yetenekli olsa dahi, iyi pilot ancak iyi takımdan yetişir. Yaklaşık 25 senedir ERC’den ve IRC’den yetişen pilotlara bakın. Hepsi de ya fabrika pilotudur ya da fabrikaların ülke temsilcilerinin takımlarının yarıştırdığı yarı resmi pilotlardır. De Mevius, Snijers, Loubet, Delecour, Sainz, Auriol, Bugalski, Ragnotti ve daha pek çok şampiyon pilot, kariyerlerinin erken dönemlerinde, yarı resmi fabrika desteği alarak sıçrama yapmışlardır. Hatta zamanında aynı şey, Nejat Avcı ve Volkan Işık için de geçerliydi. Arkanızda büyük bir sponsor (mesela bir sigara firması) veya Renault gibi bir fabrika varsa, yeteneğinizi başarıya dönüştürmeniz olasıdır. 1994 yılında bizler ortaokuldayken, Volkan Işık daha 27 yaşında bir pilottu ve Marlboro’nun Lancia Delta Integrale’si ile, ELPA Rallisi’nde podyumu zorluyordu. 3 sene sonra ise, kanımız çekilerek izlediğimiz Renault Maxi Megane’lardan biri ile Nejat Avcı Avrupa F2 Şampiyonu oluyordu. Renault Nejat Avcı’ya, Marlboro ve Fiat da Volkan Işık’a yatırım yaptılar ve sonuçta bazı şeyler başarıldı. Şu an Ford Türkiye, 4 pilota yatırım yapıyor. Ford’dan başka yeni nesil pilotlara yatırım yapan takım var mı şu an? Nalıncı keseri gibi, her şeyi kendimize yonttuğumuz sürece, orta ve uzun vadede bu ülkeden ne Michele Mouton, ne Volkan Işık, ne Fabrizia Pons, ne de bir Beyza Avcıoğlu çıkaramayız biz, hayal görmeyelim…
Federasyon neredeyse 15 senedir görevde. Büyüklerimiz neden sonunda hep kaybettiğimiz uluslararası büyük yarışların peşini bırakıp, sil baştan bir sporcu yetiştirme sistemi kurmuyorlar? Elimizdeki kısıtlı efor ve imkanı yanlış kullanıyoruz. FFSA’da, RAC’de, ACI’da, RACC’de, hatta dünyadan bi haber ortadoğu federasyonlarında sporcu yetiştirmeye yönelik sistemler nasıl kurulmuş, hiç merak edip inceleyen, öğrenen var mı TOSFED’den? Her sene aynı terane, sezon off road’lar ile başlar, sonra ralliler sahne alır, herkes dedikodusunu yapar, kavgalar edilir, sonra herkes barışır, yalandan tırmanmalar ve kroslar da tamamlatılır kulüplere, Aralık ayında bir otelin bodrumuna toplanıp kupalarımızı alır ve evlere dağılırız. Bunu her sene tekrarlayacağımıza, bunca kaynağı yetenekli pilot-copilotlara harcasak, iyi olmaz mı?
Ama sadece federasyonu eleştirmek de haksızlık olur, çünkü biz duyarsız ve boş işlerle meşgul bir toplum olduğumuz için, kendimize daha abuk subuk ve egosantrik meşgaleler bulmayı tercih ediyoruz. Mesela, camiada herkesin tanıdığı ve saygı duyduğu bir arkadaşıma bir gece bir telefon geliyor. Telefonun ucundaki kişi de camiada tanınan bir yarış sever, diyor ki:
“Rally-sport’daki filanca oylamada kime oy verdin?”
“Ahmet oğlu Mehmet’e verdim?”
“E niye Mehmet oğlu Ahmet’e veya Ayşe kızı Fatma’ya vermedin de, ona verdin? Ötekiler bizim müşterimiz, çok motive oluyorlar oy alınca”
Bu seçim kampanyasını dizayn eden hangi salak ise, camianın bir avuç insandan ibaret olduğunu, böyle enayi gibi sağa sola telefon edince bunun duyulacağını, kepazeliğe dönüşeceğini, hep beraber komik duruma düşeceklerini bile düşünemiyor. Böyle ucuz karaktere sahip bir camia, pilot-copilot yetiştirememesine, sponsorluk kapılarının bir bir kapanmasına, ve artık yolun sonuna yaklaşıldığına ne kadar üzülebilir, ve ne kadar umursayabilir ki… Burada kesinlikle rally-sport’da oylama yapılmasına karşı olduğumu filan kastetmek istemiyorum, sonuçta bu bir referandum ve FIA gala gecesine gitmiyor kazanan…
Son bir parantez de, son mahalli rallide Hakan Kargın’ın başına gelenler için açmak istiyorum. Bilindiği gibi Hakan, önünde start alan Berkay’ın takla atmasından sonra yola devam etmesinden ötürü bir hayli zaman kaybetti. Rallide her şey olur, kapı kopar, sapı kopar, tekerlek kopar, şanzıman kırılır, kaza olur, takla olur… Bunlara rağmen, siz o otomobili alıp finişe getirebiliyorsanız, bu her zaman takdire şayandır. Ama bunu yaparken, başkalarının rallisini mahvetmeye de hakkınız yoktur. Takım oyunlarında nasıl ki bir oyuncu sakatlanırsa, top dışarı atılırsa, siz de eğer bir halt yiyip takla attıysanız, otomobilinizi düzelttikten sonra topu taca atıp, bir zahmet arkadan gelen arabayı bekleyip, geçmesine izin vermelisiniz. Sadece onu beklemek de yetmez, o şekilde gidiyorsanız, gözünüz aynada olacak. Başka yaklaşan olursa, aynı şekilde ona da yol vermeniz gerekir. Bunlar en fazla 30-40 saniyenize mal olur ama en azından kendi yarışınızın yanı sıra, başkasının yarışını da mahvetmezsiniz. Verdiğiniz mücadelenin size kazandıracağı itibarı, antipatiye dönüştürmemiş olursunuz.
Türkiye’de motorsporları tatile girdi ama 6 gün sürecek Monte Carlo Rallisi’ne bir şey kalmadı, umarım muhteşem bir sezon izleriz WRC’de. Citroen’de Olivier Quesnel’in ralli takımından uzaklaştırılıp, yerine Yves Matton gibi bir ismin gelmesi, yarış öncesi herkesi mutlu etti. Matton genç ama çok tecrübeli bir yönetici.
Yeni yılın hepimize akıl, fikir, başarı, iyi şans ve tabii bolca edep getirmesini diliyorum, hepimizin ihtiyacı var!
Hatalıysam: arasdincer@rallidergisi.com