Eskişehir Rallisi’nde yolda kaldıktan sonra, açıkçası değil yarış yazısı yazmak, tulumumu geri almak için kuru temizleyiciye bile gidesim yoktu. Soran ve e-mail yollayan herkes sağolsun. Başlığı Loeb için attık ama, geç bile olsa, önce kısaca Eskişehir Rallisi’ne bir göz atalım…
Öncelikle ESOK’a yine tebriklerimi sunuyorum. Üçüncü defa, parmakla gösterilecek kadar kaliteli bir organizasyon koydular ortaya. Tek göze çarpan olumsuz nokta, servis alanının toprak zeminli olması idi. Zemin ne kadar iyi sıkıştırılmış olursa olsun, kolayca bozuluyor ve mekanikerlerin işlerini oldukça zorlaştırıyor. Ayrıca arabaların krikodan kayma tehlikesi de oluşuyor beraberinde. Bunun dışında, etapların kalitesi, güvenlik, yarışmacıların işlerini kolaylaştırmak için düşünülmüş detaylar, hepsinden memnun kaldık. Eskişehir, ralli için harika bir lokasyon. Halkın otomobil kültürü üst düzeyde. Hem kalabalık, hem de küçük bir şehir merkezi var Eskişehir’in. Bu büyük avantaj, çünkü ralliler artık büyük şehirlerin içinde kayboluyorlar, ilgi odağı olamıyorlar. WRC rallileri bile artık kasabalarda yapılıyor artık. Rallileri Eskişehir gibi coğrafi olarak orta ölçekli, spor ve otomobil kültürünün birleştiği yerlere taşırsak, sporun geleceği için çok daha iyi olacak. Bunun benzer bir örneği, Tarsus’daki V1 Challenge’da da görüldü. Biz de yolda kaldığımız noktada gördük, köylülerden bile çok büyük ilgi vardı yarışa. Bu noktadan sonra, bir önemli iş daha kalıyor ESOK için: Parkuru klasikleştirmek… Tabii ki her zaman toprak yarışlar daha ilgi çekici oluyor. Ama Eskişehir’in asfalt etapları, verdiği keyif ve sunduğu karakter ile, Türkiye’nin en iyi asfalt etaplarından diyebiliriz. Bunu korumak ve kullanmak lazım. Bunun için de, bu etapların ıslah edilmesi gerek. Yani yola toprak çıkmasını engellemek için, ikinci ve üçüncü etapların banketlerini beton ile düzenlemek lazım. Bunun örneği İspanya’daki asfalt etaplarda mevcut. Banket belli bir derinliğe kadar kazılıp, belli bir açı ile betonlanırsa, virajları kesmek imkansız hale gelir. Bu da yola toprak çıkmasını imkansız hale getirir. İkinci ve üçüncü etapların uzunluğu yaklaşık 35 km. Çok büyük bir maliyet gerektirmez bu çalışma. Bu yaz bu iş yapılırsa, önümüzdeki sene bu etaplarda inanılmaz keyifli bir mücadele izleyebiliriz.
Ege Rallisi’nin aksine, öyle kora kor bir mücadele izlemedik Volkan Işık ile Luca Rossetti arasında. Ama zannedilmesin ki, Volkan Işık aynı çekişmeye giremezdi Luca ile. İlk iki etabın sonunda, yine İzmir’deki gibi dip dibe idiler. Üçüncü etapta Luca riskli bir atak yapınca, Volkan Abi taktiğini değiştirdi: Yarışın sonuna kadar aynı büyük riskleri alarak, şampiyona puanlarını riske atmak yerine, belki de şimdiye kadar hiç tercih etmediği bir strateji belirlerdi. Ve ikinci gün için pozisyonunu korumayı seçti. Asfalt ralliler sonrası iki pilot eşit puanla giriyorlar topraklara. Bu durum Volkan Işık’ı daha memnun etmiştir mutlaka. Sezon başında “hiç yarışmasanız da, toprak yarışlara Rossetti ile aynı puanda ve lider girsen” deseler, Volkan Abi marşa basmaz, kabul ederdi bence.
Bu yarış sonrasında realist şampiyonluk şansı olan dört pilot kaldı bence. En büyük ve eşit şansa sahip pilotlar tabii ki Luca Rosetti ve Volkan Işık. İstanbul ve Boğaziçi Ralli’lerinde ikisi zarları ikişer kere daha tekrar atacaklar… Bu noktada biraz daha düşük şampiyonluk şansı olan Fatih ve Yağız’a bakacak olursak, ben diyorum ki, bugün Fatih’e daha hızlı bir otomobil verilse, şampiyonluk şansı en az Luca ve Volkan kadar yüksek olurdu. Grande Punto ile rakiplerinin sürat düellosuna dahil olması çok zor Fatih’in. İlk üçte devam edip, hata yapmalarını bekleyecektir diye tahmin ediyorum. İlk iki yarışta gösterdikleri determinasyon ve performansdan ötürü Fatih ve Bilge’yi tebrik etmek gerek. Yağız ise, puan açığını Sredna Gora Rallisi’nde kapatmayı denedi. Ama bu sezon yurtdışından yüklü puan getirmek çok zor. Çünkü joker olarak tanımlanan yarışlar ya IRC-ERC ayakları, ya da yerel pilotların çok hızlı oldukları asfalt ralliler… Nitekim Yağız da çok zorlandı Bulgaristan’da ve ihtiyacı olduğu kadar çok puan getiremedi. Bu durumda toprak yarışlarda çok fazla forse etmesi ve şapkasından tavşan çıkarması gerekecek. En büyük yardımcısı, otomobilinin start listesindeki en iyi kondüsyondaki araba olması olacaktır. İki çeker mücadelesinde ise çok dramatik bir yarış izledik. Önce Ünal ve Emir liderliği ele aldılar. Fiesta R2’leri ile Emre-Erdener ve Orhan-Burçin hem Ünal’a çok yakındılar, hem de birbirlerini birkaç saniye ile takip ediyorlardı. Ama Ünal, kendisinden hiç beklenmedik (en azından ben beklemiyordum) bir hata yaptı ve Banaz etabının en beylik virajlarından birinde yoldan çıktı. Kendisine söyledim, buradan da söylüyorum, bir çuval inciri yok etti Ünal… Sonrasında Orhan ve Emre saniyelerin değil, saliselerin hesaplandığı bir çekişmeye girdiler birincillik için. Ve 1.5 saniye fark ile bitirdiler yarışı. İki ekibi de tebrik ederim, özellikle son uzun etaba böyle ufak bir fark ile girip, yarışmak kolay değil gerçekten. Buğra’nın da zamanlarının çok iyi olduğunu gördük. Grup N için yine Biz, Alpaslan Abi ve Nebil çekişiriz diyorduk, ama Katar’lı dostumuz Abdulaziz, hayatının dördüncü asfalt rallisinde Super2000’lerin hemen arkasında bir performans göstererek, herkese destur çektirdi. Biz, kırılan rot başımız ile ilk gün kenara çekerken, Nebil, Abdulaziz’e bilenmiş şekilde start aldığı ikinci gün, maalesef yoldan çıktı ve büyük bir avantaj kaçırdı grup N’de. Alpaslan Abi ve kopilotu Sinan’a da tebrikler, grup N’de Loeb-Elena rüzgarı estiriyorlar vallahi… Grup N’in bir başka başarılı ekibi de Burak ve Kaan’dı. Kaan ile beraber istikrarı yakaldı Burak. Yarışın tek üzücü olayı ise, Yüksel Abi ve Selin’in antrenmanda yaşadıkları kaza idi. Çok ucuz atlattılar, şu an ikisi de iyiler. Yüksel Abi kırıklarından kurtulunca tekrar parkurdaki yerini alacak. Ama kendi işleri için dükkanının kapısını aşındıranların çoğunu, hastanenin kapısında göremedik nedense… Ahde vefa sıfır camiada…
Tek günlük İstanbul Rallisi, sezonun geri kalanı hakkında önemli bir ipucu verecektir. Pilotların yarıştaki performansları, eğer bir kaza veya teknik arıza sürprizi olmaz ise, bundan sonraki yarışları kimlerin kazanma şansı olduğunu gösterecektir diye tahmin ediyorum. Katılım yine 70’i zorlar tahminimce.
Gelelim yurtdışında neler olup bittiğine. Öncelikle, geçtiğimiz haftalarda akıllardaki önemli bir soru işareti ortadan kalkmış oldu. Şimdiye kadar herkes haklı olarak “Acaba Super Production otomobiller, Super2000’lerden gerçekten hızlı mı?” diye şüphe içindeydi. Dani Sordo’nun Korsika Rallisi’nde Mini JCW SP ile, ve Giandomenico Basso’nun Mille Miglia Rallisi’nde Ford Fiesta RRC ile kazandıkları birincilikler, bu sorunnu cevabının az farkla dahi olsa “evet” olduğunu gösterdi. Dani Sordo her ne kadar asfalt ustası olsa dahi, Korsika’da IRC’nin en iyi pilotlarını ve otomobillerini alt etmeyi başardı. Hadi Sordo asfaltçı dedik, normaldir dedik. Fakat Basso’nun Mille Miglia’da alt edilemez olan Paolo Andreucci’yi geçmesi, Super Production’ların, Super2000’lerden pilotaj ile kapatılamayacak kadar hızlı olduğunu ispatladı. 2013’den itibaren artık Super2000 defteri yavaş yavaş kapanacak. M Sport’un yüksek üretim adedi ve özel takımlardaki çok sayıda Mini’ler, ulusal ve uluslararası programları olan iyi pilotları bir an önce bir Super Production koltuğu ayarlamaya itecektir.
WRC’de Arjantin ve Acropol Ralli’lerini geride bıraktık. Arjantin öncesi JM Latvala’nın kayak kazası haberi geldi. Hiçbir sporcunun kaza geçirip yaralanmasına sevinmek mümkün değil elbette. Ama hiç şaşırmamak mümkün… Hele ki kazayı yapan Latvala ise… Bu adamın sorunu nedir bilemiyorum ama, ister kayak olsun, ister otomobil, birşeye bindiğinde, kaza yapmadan inemiyor? Ari Vatanen ve Colin McRae de sık kaza yapıyorlardı. Ama yapmadıklarında, hiç olmazsa yarışı kazanıyorlardı. Bu, onu da beceremiyor. Daha kayakta kendine hakim olamayan bir pilotun, Ford’un fabrika arabasına nasıl hakim olması bekleniyor, onu da anlamıyorum. Ben Malcolm Wilson’ın yerinde olsam, Latvala’yı da, Solberg’i de kovardım. Solberg de bitmiş artık, saçmalıyor. Acropol’de kimsenin takmadığı yumuşak lastikler ile çıkıyor lupa. Lastikler bitiyor. Herkes aptal mı acaba, sert lastikle çıkıyor? Loeb’in arkasından paşa paşa gitmek varken, yakalamaya çalışırken kaza yapıyor. Ford’a yazık. Onca para, M Sport’un onca eforu, heba oluyor. Sebastien Loeb, etaplarda koskoca Ford’un fabrika pilotları ile kedi-fare oyunu oynuyor, dalga geçiyor, hatta ara zamanlar ile yemleyip kaza yaptırtıyor. Sordo, Sandell, Andersson, Hanninen gibi kafası çalışan hızlı pilotlar varken, Malcolm Wilson neden bu pilotlarla devam ediyor, anlamak mümkün değil.
Şampiyonada değişen fazla birşey yok. Loeb yarışları kazanıyor, birileri de ikinci ve üçüncü oluyor. Hatta bazı durumlarda rakiplerini durup bekleyip, öyle geçiyor Loeb. Dururken de vaktini boşa harcamıyor, patlayan lastiğini değiştiriyor. 1 dakika 38 saniyede… Sayın Loeb ve Elena… Hadi durdunuz, o lastiği 1.5 dakikada değiştirdiniz. Peki arabaya binip, sanki hiç durmamış gibi aynı konsantrasyon ve tempo ile devam etmeyi nasıl başarıyorsunuz acaba? Anlatabilir misiniz? Hatasız kul olmaz, birşeyi de yanlış yapın. Bir ahmaklık yapın, ne bileyim birileri sizden daha iyi yapsın birşeyleri… Rabbim ekstrem yaratmış bunları, diyecek başka birşey yok… Ogier ve Mikkelsen ile birlikte Loeb’ün tahtına aday olabilecek iki kişiden diğeri olan Thierry Neuville, Arjantin ve Acropol’de bazı hatalar yaptı. Ama en zor iş olan, temposunu ayarlamayı öğreniyor. Bu sezon bittiğinde, tüm WRC rallileri hakkında bir fikri olacak Neuville’in. O zaman hızlanmaya başlayacaktır. Önümüzdeki 2 sene çok kritik olacaktır Neuville için. Loeb’ün ayarına gelip gelemeyeceğini ve O’nun yerini doldurup dolduramayacağını, bu iki sene gösterecek. Bu arada, Acropol Rallisi’nde Volkswagen takımını yakında görme fırsatım oldu. Volkswagen’in marka kültüründe pek ralli yoktur. Fabrika takımının geliştirdiği en son araç, 80’lerin sonundaki Golf G60 idi. Ama açıkça görülüyor ki, şu an yapılanmakta olan fabrika takımı, daha şimdiden Citroen standartlarını yakalamış durumda. Çok formal, çok sade ama çok da şık bir görüntüleri var. İşlerini gösterişsiz ve düzgün yapıyorlar. Bu kadar kısa zamanda, bu kadar profesyonel bir görüntü beklemiyordum Volkswagen’den. Polo R WRC de bu standartları yakalayabilirse, Volkswagen çok kısa sürede büyük başarı gösterebilir. Ogier yine iyi zamanlar çıkardı Acropol’de. Ama bu kez Skoda’sını tek parça getirdi finişe. Aynı şekilde Mikkelsen de… Mikkelsen’de büyük bir değişim var. Eskiden hızlı ama umursamaz bir pilot iken, şimdi Volkswagen ciddiyeti ile mum gibi olmuş.
Son olarak da üzücü bir haber… 2006 Dünya Ralli Şampiyonu Kronos Racing takımı artık yok. Takım maalesef kapandı. 1981’de David Sutton Cars takımı Ari Vatenen’i Dünya şampiyonu yapmıştı. Fakat modern zamanların ralli dünyasında, bir özel takımın, fabrika takımlarını geçerek şampiyon çıkarmasına imkansız gözüyle bakılırdı. Her ne kadar Citroen’in desteği ve Loeb efekti ile olsa da, bunun aksini ispatlayarak, 2006 dünya sürücüler şampiyonluğunu Kronos kazanmıştı. Üstelik çok da iyi işler çıkaran bir takımdı. Böyle sessiz sedasız kapanıp gitmesi, gerçekten üzücü, yazık… Ralli, sadece Türkiye’de değil, bütün dünyada geriye gidiyor maalesef. Jean Todt ve Michele Mouton, iki çok saygıdeğer isim. Ralli sporunu geliştirmek ve eski ihtişamlı günlerine döndürmek için çok çalıştıklarına şüphem yok. Ama bu işi maalesef beceremiyorlar. Kurallar sürekli değişiyor, özel takımlar bir bir kapanıyor, sponsorlar kaçıyor, televizyon yayını hala yok, ERC ve IRC’yi bitirdiler. WRC’nin ana sponsoru Nokia da kaçtı, anlaşmayı feshetti. Nokia haklı, çünkü söz verilen televizyon yayını hala sağlanamadı. Özellikle kuralların çok sık değişmesi, markaların takımların doğru yatırım yapmasını zorlaştırıyor. Bu durum, özel takımları finansal olarak çok zorluyor ve batmalarına sebep oluyor.
Acropol Rallisi’nde bir hafta boyunca TOK Sport takımı ile birlikteydim. Genel klasman 10’unculuğu ile, hem TOK Sport’un, hem de Katar’lı pilot Abdulaziz Al Kuwari’nin ilk WRC puanı alınmış oldu. Daha önce Atölye Kazaz bünyesinde 2006 Sardunya Rallisi’nde bulunmuştum ve Kristian Sohlberg ile Genel Klasman 6’ncılığını elde etmiştik. İkinci defa WRC puanı alan bir Türk takımında bulunmak, güzel bir anı oldu. TOK Sport’un Türkiye Ralli Şampiyonası’nda tek bir puanı yokken, WRC’den puan kazanması da, ayrı bir acaiplik oldu tabii…
Son olarak, geçtiğimiz haftalarda kaybettiğimiz büyüğümüz Haldun Eraslan’a allahtan rahmet diliyorum. Ortada çok görünen biri olmadığı halde, organizasyonlarda önemli işler yapan bir motorsporları emekçisi idi. Kendisinin vefatından birkaç gün sonra kalp krizi geçiren ve ölümden dönen bir başka Haldun, sevgili Haldun Atik Abimize de geçmiş olsun diyorum.
arasdincer@rallidergisi.com